Seslendiren: Hasan Arda Eren
ESKİ SOKAKLAR
“Ol mâhiler ki, derya içredir, deryayı bilmezler”
Alev alev yanarak geçiyordu şehrin caddelerinden. Kimse görmüyordu yandığını, ne tuhaf… Arabalar, klakson sesleri… Hiçbir şey olduğu yerde değildi. O ise zamanın durduğu bir mahallesinde oturuyordu Bursa’nın. Eski ahşap konaklar, her geçişinde soruyorlardı:
“Hayat hâlâ devam ediyor mu?”
“Evet, hayat devam ediyor muhakkak, ama bize ne onlardan?” diyordu.
Adımları ağır aksaktı. Yorgundu… Çok yorgun…
Bu mahalle, her gece Bursa sokaklarında dervişleri ile gezen Üftâde Hazretleri’nin ayak izlerini taşıyordu hâlâ. Kaç kişi farkındaydı ki bunun? Kaldırım taşlarının esrarlı söyleşisini dinleyerek yürümeye devam ediyordu. Her sokak başında onu kucaklayan mezar taşları ile karşılaşıyordu.
Amber renkli bir taşın içinde yaşamaktır Bursa’da yaşamak. Her gece şehrin üzerinde beliren garip ışık, bu şehrin hâtıralarını çerçeveleyip, gölgelerini ıssız köşelere yığar.
Sokaklar seyreldikçe, hava soğuyup gölgeleri daha da uzatıyordu. Şehrin elleri tâ Uludağ’a kadar uzanmış, Mıgırdıç Usta ayak parmaklarının üzerinde, bakışları sonsuzluğa dikilmiş, kıpırdamadan duruyordu.
Altıparmak Caddesi, bir büyücünün parmakları gibi uzadıkça uzuyor, Fomara’yı, oradan Heykel’i ve oradan da bütün bir şehri bir sarmaşık gibi kuşatıyordu. Gün boyu şehrin üzerine atılan kirli kelimeler, gece melekleri tarafından süpürülüp göğün hunilerine boşaltılıyordu. Gece yolcuları cezbeli bir denize doğru limanlarından ayrılırken, kurtlar ve kuşlar yuvalarına çağrılıyorlardı.
Canının arkasından bakıyordu caddelere. Vitrinlerin ışıltısına inat, zaman durgun ve derin bir göl gibiydi şehrin üzerinde. Biraz dikkatlice bakılsa bu şehri büyüten aşkları görmek mümkündü o titrek suların dibinden.
Hayatın üzerine çöken sıradanlık her ne kadar örtse de gök şehrini, yine de tertemiz imgeler yansırdı bu şehrin şairlerinin yüzlerine, onlar isteseler de, istemeseler de…
Canının arkasından bakıyordu şehre. Gözleri gökyüzü gölünün dibini hüzünle tararken, dalgınlıkla kaldırımlarda yanından gelip geçenlere çarpıyordu.
Henüz başlamamış uzun bir öykü gibi hissediyordu kendini. Gökyüzü gölündeki imgeler yüzeye yansıdıkça, varlıkla yokluk arasında gidip geliyordu zihni.
Arap Şükrü Sokağı’na saptığında yaşlı bir kâhin gibi sokağın sonunda onu bekleyen havrayı gördü. Havranın biraz ilerisinde Seyyid Usûl Dergâhı bulunuyordu. Eski köşklerin önünden geçerken bacalarından tuhaf bir dumanın titreyerek gökyüzüne çıktığını fark etti.
Gökyüzü, bulutlar, yağmur, ağaçlar, toprak, taşlar ve eski evler, sokak kedileri, kuşlar, balıklar...
Eski Bursa köşkü ve tekkesi demek, haremlik ve selamlık demekti. Şeftali bahçelerinin, servilerin arasında kaybolmuş harabelerin belki de son içli bekçisiydi Mıgırdıç Usta. İçlerinde zamanın Seyyid Usûllerini, Emir Sultanlarını, Vahyî Efendilerini, Mehmet Şemseddin Mısrî Hazretlerini ağırlayan bu tekkeler, şimdi birer sükût mabetleri olmuş, hayatın ortasında gizli kalp gibi atıp duruyorlardı.
Gerçi eski yapılardaki bu bakımsızlık ve sefalet, ahşap mekânları yabani otlar gibi kucaklamıştı. Mıgırdıç Usta, bütün bu eski ahşap yapıların yıkılmaya yüz tutmuş hâllerini gördükçe sonsuz bir elem duyuyordu içinde.
Kurnaları kırılmış o eski çeşme başında şifa bulmaları için şefkatli elleriyle okşuyordu onları Mıgırdıç Usta. Keşke… Keşke şu eşyaları kaldırılmış köşkleri ve tekkeleri doğru dürüst restore etselerdi. Hasırları eskimiş de olsa, sofaları birbirinden ayıran o yavan basamaklar çürümeye yüz tutmuş da olsa, onları yeni mobilya ve dekorasyonla destekleyip bir çöpünün dahi atılmasına mâni olunsaydı...
Bursa Büyüksehir Belediyesi Kitaplıgı / Öykülerde Bursa Proje Koordinatörleri / Aziz Elbas, Ahmet Erdönmez Proje Yürütücüsü / Bursa Arastırmaları Merkezi www.bursaarastirmalarimerkezi.org Yayına Hazırlayan / Mustafa Baspınar

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder