26 Nisan 2025 Cumartesi

BURSA'DA YUNUS EMRE'YE ARMAĞAN/RIZA TEVFİK BÖLÜKBAŞI

BURSA’DA YUNUS EMRE’YE ARMAĞAN



(Bursa’da meşhur Yunus Emre’nin kabrini ziyaret ettikten sonra, kendi üslubunu takliden söylenmiştir.)


Yüce dağlar ardından

Deniz aşırı geldim

Evliyalar yurdundan

Selâm tapşuru geldim.


Ulu bir şâra vardım

Dosta armağanım var;

Erenlerin bağından

Güller devşiru geldim.


Busbuzlanık bir çaydım,

Âşk iline baş urdum;

Çalkanıp safa buldum,

Süzülüp duru geldim...


Yunus’un toprağına

Vardım yüzüm sürmeğe;

Sildim gönül pasını,

Yunuben aru geldim...


Cuşa geldim, çağlarım;

Âşık oldum, ağlarım;

Canda coşan esrarı

Döküp taşuru geldim.


Rıza Tevfik Allah’tan

Ayrılma ol dergâhtan...

Ben kurtuldum günahtan,

Eğriydim, doğru geldim.


Bursa, 10 Mayıs 1330 [1914]

BURSA'DA SÜRGÜNKEN/AZİZ NESİN

BURSA'DA SÜRGÜNKEN



Güzeldir bu şehr-i dilarâ-yı Bursa

Şeftalisi var yiyemedik,

İpeklisi var giyemedik,

kaplıcası var giremedik

                                        Lakin güzel şehirdir Bursa.

                                                9 Temmuz 1948

6 Nisan 2025 Pazar

BURSA REDİFLİ GAZELLER/KÜTAHYALI VASFÎ

BURSA’YA ÖVGÜ


 

Kütahyalı Vasfî (ö. 1876) 

Divanında Bursa redifli şiir olan şairlerden sonuncusu 19. yüzyıl şairlerinden, aslen Kütahyalı olan Ahmed Vasfî, diğer adıyla Kütahyalı Vasfî’dir. 1832’de Kütahya’da doğmuş, medresede Arapça, Farsça ve edebiyat, şahsi gayretiyle de Fransızca öğrenmiştir. Kâtip olarak devlet hizmetine giren Ahmed Vasfî, başka memuriyetlerde de bulunup 1876’da vefat etmiştir (Güner 1967, s. 42). 

Bilinen tek eseri olan divanından sol gözünün âmâ olduğu, meslek hayatındaki huzursuzluğu, memleketi Kütahya’dan uzaklaşmak özellikle İstanbul’a gitmek istediği fakat Kütahya’dan ayrılmadığı bilgilerine ulaşılır. 

Vasfî 19. yüzyıl divan şairleri içinde başarılı sayılabilecek bir şairdir. Biyografik kaynaklarda yer almayışını, sanat gücüyle değil, İstanbul’a gitmeyişiyle ilişkilendirmek daha doğru olur (Köksal, 2016). 

Vasfî’nin şiiri 5 beyit uzunluğunda gazel nazım şeklinde ve “Mefʻûlü Mefâʻîlü Mefâʻîlü Feʻûlün” veznindedir. Şiirde “-ân” seslerinden oluşan, revî ve öncesindeki uzun ünlüden meydana gelen zengin kâfiye (kâfiye-i müreddefe) yanında “-ı Burusa” şeklinde redif kullanılmıştır. Şiir metni aşağıdadır: 

Hoş geldi bana mekteb-i ʻirfân-ı Burusa 

Tabʻımca bütün meşreb-i hûbân-ı Burusa 

***

Sahrâları gezdik ne güzel yerleri vardır 

Ol dem hele hâhişger-i iskân-ı Burusa 

***

Şâyân-ı kabûl olmasa ger âb u hevâsı 

Yatar mı Murâdiyyeʻde sultân-ı Burusa 

***

Taʻmîr olunup ebniye-i sûk u mahallât 

Gitdikçe tezâyüd buluyor şân-ı Burusa 

***

Asla toyamam kaplucalar zevkine Vasfî 

Olsam nice yüz bin sene mihmân-ı Burusa

BURSA’YA ÖVGÜ
Bana hoş geldi Bursa'nın irfan mektebi,
Zevkime uygun tüm güzel gönüller Bursa’da.


Gezip dolaştık o uçsuz bucaksız kırları,
Ne güzel yerleri varmış yerleşmek isteyen varsa, Bursa’da.


Eğer havası, suyu beğenilmese bile,
Yatar mıydı Muradiye’de koskoca sultan, Bursa’da?


Çarşılar, mahalleler yenilenip onarılıyor,
Her geçen gün daha da artıyor Bursa’nın şanı.


Kaplıcaların tadına doyamam bir türlü Vasfî,
Bin yıl misafir olsam da, az gelir bana Bursa’da!

Vasfî’nin gazeli Feyzî Efendi ve Nisârî Yaʻkûb Çelebi’nin şiirleri gibi şehir medhiyesi niteliğindedir. Şair birinci beyitte irfan yuvası olarak nitelediği Bursa’yı çok beğenir. Bu şehir güzellerin ve güzelden hoşlanan ince zevkli insanların şehridir. İkinci beyitte şehrin ovalarını gezince Bursa’yı daha çok seven Vasfî, artık burada yaşamak istediğini söyler. Gazelin üçüncü beytinde ise Bursa’yı sevme sebebini II. Murad’ın havası ve suyunu sevdiği bu şehre Muradiye Külliyesi’ni yaptırması olarak açıklar. Dördüncü beyte göre Bursa eski eserlerin tamiri, yeni bina, çarşı ve mahallelerin kurulmasıyla büyüyüp güzelleşmektedir. Şair son beyitte Bursa’nın ayrılmaz parçası meşhur kaplıcalarına değinerek yüz bin sene burada misafir olarak kalsa yine Bursa kaplıcalarına ve yapılan eğlencelerine doyamayacağını belirterek şiirini bitirir.

 (Köksal, 2016, s. 187, şiir numarası yok). 

II. Murad döneminde şehir süratle büyüyüp toparlanmaya başladı. Sultan Murad, Fazlullah Paşa, Hacı İvaz Paşa, Hasan Paşa, Umur Bey gibi devlet erkânınca tahsis edilen vakıflar sayesinde daha sonra bu adlarla anılacak yeni bölge ve mahallelerin teşekkülü sağlandı (İnalcık, 1992, s. 446).

Köksal, M. F. (2002). Eski Şiirimizin Nadide Güzelleri. Türklük Bilimi Araştırmaları, (11), 161-168.

***Bu metin, KORKUT ATA TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI DERGİSİ Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisinde yayımlanan Yılmaz FARAŞOĞLU'na ait"Divan Şiirinde Bursa Redifli Şiirler" adlı çalışmadan alıntılanmıştır.

BURSA REDİFLİ GAZELLER/MEHMED SERMED EFENDİ

Seslendiren: Doruk Yıldız                                      
                                             
Geçti de seyr eyledim bir gül-ʻizârı Bursada 



Bursa redifli şiir yazan şairlerden biri de hakkında tezkirelerde bilgi bulunmayan, fazla tanınmamış bir şair olan Mehmed Sermed Efendi’dir. İstanbul’da doğan ve Derviş Ağa adlı bir zatın oğlu olan şair uzun süren iyi bir eğitim aldığını ifade eder. II. Mahmud ve Abdülmecid devirlerinde yaşayan şair özellikle II. Mahmud’un yardımlarını görür. Memurluk hayatına kethüda kaleminde başlayan şair, ilerleyen yıllarda ihtisap, ebniye-i hassa ve karantina katipliği vazifelerinde bulunmuş, 1848’de vefat etmiştir. Şiirlerinden hayatı ciddiye almayan, rind-meşrep, yiyip içmeyi seven bir kişiliğe sahip olduğu anlaşılan Sermed Efendi’nin tek eseri divanıdır (Yıldız, 2002, s. 4-7). İstanbul’un Bursa’ya yakınlığı ve divanındaki Bursa redifli şiirden hareketle şairin Bursa’yı gördüğü tahmin edilir. Sermed Efendi’nin manzumesi de 5 beyitli bir gazeldir. Şair gazelinde bir uzun ünlü ve ünsüzden oluşan “âr” sesleriyle zengin kafiye “-ı Bursada” kelimesi ile redif oluşturmuş, son beyitte de mahlasını zikretmiştir. Şiir metni şu şekildedir: 

Geçti de seyr eyledim bir gül-ʻizârı Bursada 

Eylemiştim gûyiyâ evvel bahârı Bursada 

***

Bilmedim yârdan uçurmuş kuş gibi ağyârını 

Bulmadım çok gözledim hercâyî yârı Bursada 

***

Kâle-i ʻömrümü ben bî-hûde verdim müftüne 

Eyleyenler eylemiş vaktiyle kârı Bursada 

***

Geh vatan geh yâri der-hâtır edip hayretle ben 

Yaş akıttım iki çeşmimden pınarı Bursada 

***

Kâkülün sevdâsı ile rûyuna kıldım nazar 

Şaşırıp Sermed gibi leyl ü nehârı Bursada

 (Yıldız, 2002, s. 198, 46 numaralı gazel)

GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİYLE

Bursa’da Bir Gül İzârını Seyrettim
Geçip gitmiştim, seyrettim bir gül gibi eteği Bursa’da,
Sanmıştım ki baharın ta kendisini görmüştüm orada.


Bilemedim, düşmanlar alıp kuş gibi uçurmuş yârimizi,
Çok bekledim, göremedim o vefasız yâri Bursa’da.


Ömrümün kalesini boş yere teslim ettim bir güzelliğe,
Ne büyük işler yapmışlar vaktiyle aşk uğruna Bursa’da.


Bazen vatanı, bazen sevgiliyi düşünerek hayret ettim,
İki gözümden yaşlar gibi aktı pınarlar Bursa’da.


Kâkülünün sevdasıyla yüzüne çevirdim bakışlarımı,
Sermed gibi gece gündüz şaşırdım zamanı Bursa’da.

Yıldız, S. (2002). Sermed Divanı, İnceleme-Metin. Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Hacettepe Üniversitesi.

***Bu metin, KORKUT ATA TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI DERGİSİ Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisinde yayımlanan Yılmaz FARAŞOĞLU'na ait"Divan Şiirinde Bursa Redifli Şiirler" adlı çalışmadan alıntılanmıştır.

OSMAN GAZİ DESTANI/COŞKUN ERTEPINAR

 

OSMAN GAZİ DESTANI

                                                            


Ertuğrul Gazi’nin oğlu

Ceylan duruşlu

Kartal vuruşlu

Büyük Osman!


Cenk meydanlarının ulu eri,

Her biri bir cenneti andıran şehirleri

Bırakır mı küffar elinde hiç?..


Batısı, doğusu, İznik, Bursa…

Tanrı yardımcısı olursa,

Kılıncının hakkı olacak

Bütün şu hisarlar…


Ve hem vakit çok kısa,

Zaman, çürük bir fanus gibi sallar

Oynak Bizans’ı…


Siz, aslan sütü emmiş,

Zafer için yaratılmışlar, siz,

Toplanın kim varsa,

Abdurrahman, Karamürsel, Turgut,

Akça Koca, Aykut

Ve daha binlerceniz…


Kiminiz şehitliğe erer,

Kiminiz olur gazi.

Ey, Kayı’nın bahtı açık bahadırları!

Ey, hürriyeti, gazayı sevenler,

Şan yolunu görenler, bu yana!


Böyle düşünür, böyle duyar,

Ertuğrul Gazi’nin oğlu,

Ceylan duruşlu,

Kartal vuruşlu

Büyük Osman!

OSMANCIK/TARIK BUĞRA

Seslendiren: Asya Ülkü Gençler                               

 OSMANCIK 

Tarık Buğra’nın 1982’de yayımlanan Osmancık kitabı, Türk Edebiyatı’nın en çok okunan tarihi romanlarından bir tanesidir. Bu türün tipik örneklerinden biri olarak gösterilebileceğimiz eser, Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi’nin hayatını konu alır.
 
Bir taraftan kurulma aşamasındaki bir devletin ilk günlerini anlatan Osmancık, diğer taraftan da Osman Gazi’nin bir birey olarak yaşadığı değişimi gözler önüne serer. 14. yüzyılın başlarında göçebe bir toplum olan Kayı Boyu, yavaş yavaş “Osmanlı Devleti” haline gelirken, hırslı, sabırsız, korkusuz savaşçı “Osmancık” da kendisini takip edenlerin sorumluluğunu taşımayı, öfkesini ve yeteneklerini kontrol altına almayı öğrenerek “Osman Bey”e dönüşür.
 
Bu kurgu mantığı sayesinde Tarık Buğra, Osmanlı Devleti’nin kuruluş hikayesi hakkında somut bilgiler verirken, bir taraftan da bu devletin ilk, ama hakkında en az şey bilinen liderine ilginç bir bakış açısından yaklaşmış olur.

"Osman Gazi Han; ancak o zaman ancak Bursa alınırsa erebilecektir gönül rahatlığına ve ancak o zaman gülümseyerek, 'Hoş geldin, hoşnudluk getirdin.' diyebilecektir  Azrail'e; çünkü ancak o zaman hazır olabilecektir Münker ile Nekir'e; çünkü ancak o zaman inanacaktır Allah'ın kendisine bağışladığı ömrü, gücü, mutlulukları hak ettiğine, iyi kullandığına, doğru kullandığına."

"Ve, Dünya’nın böyle amaçlara, böyle ülkülere açık olduğu, böyle amaçlar ve ülküler için küçüldüğü dönemler vardır.
Ve, Dünya böyle bir dönemdedir.
Ve, Dünya öyle bir soy, öyle bir ülkü beklemektedir.
Ve, Dünya’ya tekliğinden arınmış, soyu ve ülküsü ile özdeşleşmiş, soyunu ülkü ile özdeşleştirmiş biri gerektir."
Romanın henüz başlarında yer alan bu alıntı, Osmancık’ın geneli boyunca devam edecek olan “ülkü” fikrini ortaya atan ilk alıntıdır. Şeyh Ede Balı’nın öğütleri ve Osman Gazi’nin karakteri, bu cümlelerde ifade edilen düşünceler üzerinden kurgulandığı gibi, romanın anlatı üslubu da buradan bir ölçüde anlaşılabilir.

"Daha yukarılarda, uçsuz bucaksız gökyüzünün ötesinde, berisinde de, birbirlerinden çok uzak.. adlarını şöyle böyle bildiği iller kadar, ülkeler kadar uzak bulutçuklar vardır ve bembeyazdır onlar ve hiçbir beyazın olmadığı kadar, olamayacağı kadar beyazdır, güzeldir onlar."

Tarık Buğra’nın zaman zaman şiirselleşen destansı anlatısı, Osmancık’ın yaşadığı yerlerin ötesindeki toprakları bu şekilde hayal etmesinde görülebilir.

"İnsan bir şeyi anlamıyorsa, anlamamış ve anlamayacaksa, Dünya çok çok büyüktür; kavranılamayacak kadar büyüktür. Öyle bir insan için Dünya, elbette, akla sığmayacak kadar büyüktür ve.. daha öteleri ko bir yana.. Bursa’yı bile geç.. Karaca Hisar dahi, öyle insanlar için şu gördüğün yıldızların en yakınından da uzakdır."

Osmancık’ın dünyanın büyüklüğü hakkında yaptığı yorumlara verilen bu cevap, Şeyh Ede Balı ile Osmancık arasındaki ilk konuşmadan itibaren romanın ana karakterinin aklına takılır.

İlk bölüm boyunca yaşanan bu değişimin temelindeki sözler, Ede Balı’nın Osmancık’a söylediği bu sözlerdir.


“Dahi bir niyazımız var; Osmancık Osman beği komaya, Osman Beğ Osmancığı unutmaya.” (…)
Osmancık öfkesi, Osmancık atılganlığı, Osmancık cesareti ve Osmancık gururu Osman beği – elbette- bırakmayacaktı; sadece, Osman beğin buyruğuna girecekti."

Osmancık ile Osman Beğ, Osman’ın karakteri içinde yer alan iki farklı boyut gibidir ve roman boyunca Tarık Buğra bu ayrıma ciddi anlamda yer ayırır.
Hatta, bu alıntılarda rahatlıkla görülebileceği gibi, anlatıcının kendisi, romandaki karakterler ve Osman’ın kendisi bile, bu iki “karakter”in varlığının ve rollerini bilincindedir.


"Ve, bugün Bursa önlerinde olanlar, yarın kendi durumlarında olacaktır; Bursa ötelerine gidemeyeceklerdir, oğulları gidecektir: Ve bütün çocuklar için, kendilerinin göremeyeceği, kendilerinden sonra gelenlerin gidebileceği öteler olacaktır."

Romanın başında daha soyut olarak ifade edilen ülkü fikri, romanın sonunda somut bir halde ifade edilebilecek duruma gelmiştir.

Osman’ın amacı, her yeri fethetmek, herkesle savaşmak olamaz, zira bir insanın ömrü, bunu başarmak için yeterli değildir. Osman’ın amacı, kendisinden sonrakilerin ilerleyebileceği bir yol açmak, bir ülkü yaratmaktır ve hayatının bu amacını kabullendiği için, “mirasını” soyuna bıraktığı için, rahat ve huzurlu bir şekilde ölebilir.


"Ey Osmancık; beğsin. Bundan böyle öfke bize, uysallık sana; güceniklik bize, gönül alma sana; suçlama bizde; katlanma sende; bundan böyle, yanılgı bize, hoşgörmek sana; aciz bize, yardım sana; geçimsizlikler, uyuşmazlıklar, anlaşmazlıklar, çatışmalar bize, adalet sana; kötü göz bize, şom ağız bize, haksız yorum bize, bağışlama sana.
Ey Osmancık; bundan böyle, bölmek bize, bütünlemek sana; üşengeçlik bize, gayret sana; uyuşukluk bize, rahat bize, uyarmak, şevklendirmek, gayretlendirmek sana."

Bu alıntı ve devamı, belki de Osmancık romanının, romanı okumayanlar tarafından bile bilinen bir boyutunu teşkil eder.

Şeyh Ede Balı’nın bey olduktan sonra Osmancık’a verdiği tavsiyeler, romanın kendisinden daha meşhur hale gelmiş, pek çok yerde sık sık kullanılır olmuştur.

🌿 Bursa Gümüşlü Kümbet 🌿
Uludağ’ın eteklerinde, zamanın ihtişamını sessizce taşıyan Gümüşlü Kümbet, Osmanlı'nın kurucusu Osman Gazi’nin ebedî istirahatgâhıdır. Rivayete göre Osman Gazi, fethettiği topraklara son kez bakarak burada defnedilmeyi vasiyet etmiştir. Sade ama derinlikli mimarisiyle göz alan kümbet, taş işçiliğindeki zarafet ve çevresini saran manevi atmosferle, ziyaretçilerini tarih içinde zarif bir yolculuğa çıkarır. Her bir sanduka, Osmanlı hanedanına dair sessiz bir hikâye fısıldar.

🕊 Bursa’nın Fethi (1326) 🕊
Tarihin altın sayfalarından biri, 6 Nisan 1326'da Bursa’nın fethedilmesiyle yazıldı. Osman Gazi'nin hayalini, oğlu Orhan Gazi sabırla, stratejiyle ve kararlılıkla gerçeğe dönüştürdü. Yıllar süren kuşatmanın ardından fethedilen Bursa, Osmanlı'nın ilk başkenti oldu. Bu fetihle birlikte sadece bir şehir değil, aynı zamanda bir medeniyet doğdu. Bursa, taşlarına sinmiş hikâyeleriyle Osmanlı'nın ruhunu taşımaya bugün de devam ediyor.

🕰 Bursa Saat Kulesi 🕰
Tophane sırtlarında, şehrin zamanla kurduğu bağı simgelercesine yükselen Bursa Saat Kulesi, hem gökyüzüne hem de tarihe tanıklık eder. Sultan II. Abdülhamid döneminde inşa edilen bu zarif yapı, sadece zamanı ölçmekle kalmaz; aynı zamanda geçmişin sesini bugüne taşır. Rüzgârın gövdesine dokunduğu her an, sanki Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan yolculuğun ritmini fısıldar. Etrafını saran ağaçlar ve uçsuz bucaksız Bursa manzarasıyla Saat Kulesi, hem ruhu hem zamanı durduran bir güzelliktir.

BURSA/ARİF NİHAT ASYA

Seslendiren: Ödül Naz Erkul                                 


BURSA
Çınarların elinden öp, 
Saygıyla geç avluları: 
Bu kemerler, bu kubbeler 
Tarihin kapıları... 
Gökten yere inmiş, uyur 
Uluların uluları. 



Çeşmeleri kim akıtmış, 
Kim doldurmuş kuyuları? 
Çekirge’de hangi eller 
Isıtır, böyle suları? 
Leyleklerin, fıkır fıkır, 
Nedir dedikoduları? 

Söyleyin: şu yamacın da 
Koza mıdır kuzuları? 
Kozalar taşır göğsünde 
Nilüfer’in kuğuları... 
Kuğum, kuğum, yollarından 
Alıkoyma yolcuları! 

Âhûdudu, âhûdudu, 
Yetiş bardak doluları! 

Nakışlardan, çinilerden 
Gelir çiçek kokuları... 
Yeşilin, alnın, mavinin 
Açıkları, koyuları... 


Kestaneler, çıtır pıtır, 
Korların yavukluları.. 
Vişne, erik, dut, kiraz, nar, 
Badem... cilve kutuları... 
Şeftaliler, orucundan 
Edecek oruçluları. 

Yaramazlar, incitmeyin, 
İncitmeyin usluları! 
Güvercinler sizin olsun, 
Bana verin kumruları! 
Gelin odası olurdu 
Döşeseniz kuytuları. 

Âhûdudu, âhûdudu, 
Yetiş bardak doluları! 

Bursa’m, nasıl, gelinlik kız 
Ettin dünkü yavruları? 
Kıskanırım onlar için 
Dokuduğun havluları... 
Düşünürüm yana yana, 
Uyunmamış uykuları... 

Âhûdudu, âhûdudu, 
Yetiş bardak doluları! 

Artık, susalım.. yolcunun, 
Burda kalsın duyguları... 
Yeşil’den bir çağıran var 
Batıları, doğuları... 
Nerdeyse başlıyor Tekbîr 
Ve Tehlîl uğultuları... 
Şadırvanda beni bekler 
Tarihimın uluları.