26 Mayıs 2025 Pazartesi

DANIŞIK GECESİ/SOMUT OLMAYAN KÜLTÜREL MİRAS



      DANIŞIK GECESİ


Bursa’nın dağ bölgesi olarak adlandırılan Keles, Orhaneli, Harmancık ve Büyükorhan İlçelerinde düğünlerde, düğün sahibi tarafından evinde veya köy odasında düzenlenen yemekli ve müzikli toplantılardır. Geleneksel olarak yapılan toplantılarda düğün sahibine destek olmak, düğüne gelecek konukların ağırlanması, düğün hazırlıkları konusunda görev dağılımı yapılır. Günümüzde her Salı günü Tahtakale mahallesinde bulunan DAĞDER binasında “Danışık Gecesi” düzenlenmektedir. UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras Envanter çalışmaları kapsamında Geleneksel Sohbet Toplantıları adı altında Ulusal Envanterde kayıt altına alınmıştır.

19 Mayıs 2025 Pazartesi

GEZEK KÜLTÜRÜ/SOMUT OLMAYAN KÜLTÜREL MİRAS

 




Gezek Kültürü

Anadolu’da yaygın olan geleneksel müzikli sohbet toplantılarından olan Gezekler, Osmanlı müzik kültürünün günümüz sosyal – kültürel hayatına yansıyan kültür mirasımız olarak sürdürülmektedir. Gezek; her meslek ve ekonomik yapıdan saz ve söz üstatlarının bir araya geldiği, her hafta Gezek üyelerinden birinin evinde toplanıp belli bir program ve düzen içerisinde, şarkıların söylendiği, gezici, amatör, müzikli sohbet toplantıları olarak tanımlanabilir. “Saz Başlar Söz Biter” anlayışıyla geleneksel olarak günümüzde faaliyet yürüten;  Bursa Dostlar Gezeği, Yeşil Bursa Sevgi Gezeği, Yeşil Bursa Dostlar Gezeği, Tahtakale Gezeği, İpekyolu Gezeği olmak üzere beş gezek topluluğu  tarafından temsil edilmektedir. Sadece erkek üyelerden oluşan Gezek topluluklarına her sınıf ve meslek gurubundan kişiler üye olabiliyor.  Üye olmak isteyen kişi, Gezek topluluğu üyelerinden bir üye tarafından önerilir, bir yıl süresince  aday üye olarak toplantılara katılır. Aday üye eşi ile birlikte topluluğa uyum sağlarsa asil üye olarak topluluğa kabul edilir. Her Gezek topluluğu üyesinin uyması gereken kuralların yazıldığı Gezek Ana Sözleşmesini imzalayan üye, topluluğun  resmi üyesi olur. Gezek toplantısının yapılacağı evin balkonuna veya penceresine  “Gezek Feneri”  adı verilen renkli fener asılarak üyelerin Gezek evini kolay bulunmaları sağlanır, yüreği musiki sevgisi ile dolu gönül dostlarına yol gösteren gezek feneri komşulara ve yoldan geçen insanlara “müzik dostları bu akşam burada buluştu” mesajını verir. Üyelerin evlerinde yapılan gezekler dışında özel günlerde farklı mekanlarda yapılan Gezek’lere “Dış Gezek” adı verilmektedir.

*** Metin, https://www.gotobursa.com.tr/tr/icerik/gezek-kulturu-192/ sayfasından alıntılanmıştır.

KINA GELENEĞİ/SOMUT OLMAYAN KÜLTÜREL MİRAS

 

Bursa’da Kına Geleneği



Kına; latince “Lwsonia İnermis” adı verilen kınagiller familyasından, büyük çalı ya da ağaç şeklinde bitki olarak bilinmektedir. Kına bitkisinin yaprakları kurutulduktan sonra öğütülerek toz haline getirilir,  içine su veya gülsuyu karıştırılarak oluşturulan hamur kına yakılacak yere sürülerek rengini vermesi için üzeri yazma ile bağlanarak bir süre bekletilir. Bursa halk kültürü içinde; kesilecek kurbana, sünnet çocuğuna, askere gidecek delikanlıya ve geline kına yakılır. Nişanlanan kızlara bayramlarda nişanlıları kına yakılmış ve süslenmiş koç gönderir. Sünnet olacak çocuğun parmaklarına kına sürülerek bağlanır, daha sonra kıyafetleri giydirilerek büyüklerinin eli öptürülür ve sünnet için hazırlık yapılır. Düğünden bir gün önce oğlan evinde “güvey kınası”, kız evinde “gelin kınası” yapılır, oğlan evinden kız evine kına gönderilir, kınayı hazırlayan ve yakan kişinin mutlu bir evliliğinin olmasına dikkat edilir, dağ bölgesinde kına akşamı damadın sağdıcı kızın evinin önünde “kına ateşi” yakar, ateş bütün gece yanar, gelinin eline kına yakılır. 

Cumalıkızık köyünde Cuma akşamı yapılan eğlencede kına yakılmaz, ertesi gün yapılan “has kına”  gecesinde geline kına yakılır. Keles İlçesinde kına gecesine ilçe ve köylerden gelen kişiler “kına konağı” adı verilen evlerde misafir edilir. Askere giden gençlerin eline kına yakılarak askere gönderilir. Kına geleneği; Kına Gecesi, Sünnet Kınası, Asker Kınası isimleri ile geleneksel kültür içindeki yerini almıştır.

LOKMA DÖKME GELENEĞİ/SOMUT OLMAYAN KÜLTÜREL MİRAS




 Lokma, Hamur, Pişi, Mekik, Kabalka isimleri ile bilinen Lokma dökme; ölüm gelenekleri, hayır geleneği, adak gelenekleri ve geleneksel mutfak uygulamaları içinde yürütülmektedir.

Bursa’da özel günlerde ölüm gelenekleri içinde, hayır ve adak gibi geleneksel uygulamalarda lokma dökülmektedir. Günümüzde köylerde köy kadınları İMECE ile bu uygulamayı gerçekleştirmektedir. Şehir merkezinde ise ihtiyacın karşılanması ve geleneğin yürütülmesi amacıyla lokma dökme şirketleri kurulmuştur. Cuma günleri, kandillerde, adak ve hayır lokması, genellikle Ulucami yakınlarında, kalabalık meydanlarda, Kapalıçarşı ve Hanlar Bölgesi, Emirsultan ve merkez durumunda olan tarihi camilerin önlerinde, lokma dağıtılan yerde kuyruk oluşur, lokmasını alan “Allah Kabul Etsin”, “Ölmüşlerinin Ruhuna Değsin”, “Ölmüşlerinin Canına Değsin” der. Lokma dağıtanlara sormadan lokmanın kimin için dağıtıldığını söylemez, sorulduğunda, ailenin ismi söylenerek, “Ölmüşleri için”, “hayır için”, “adak için” cevabı verilir.

Lokma geleneği yalnızca ölünün ardından ve yıldönümlerinde değil, kandil ve kutsal gecelerde, hayır için, dileklerin gerçekleşmesi için adanan adak hayırlarında, sıkıntılardan kurtulmak için de uygulanan bir ritüeldir.

Yapılışında un, maya, su veya süt kullanılan lokma, elle şekil verilerek derin yağda kızartılmaktadır. Mayasının gelmesi için bekletilir, mayası gelen hamurun üzerine isteğe göre çörek otu atılır. Lokma şekilleri; avuç içi büyüklüğünde yassı, küçük halka veya ceviz büyüklüğünde şekil verilerek yağda kızartılır.

Seslendiren: Hilal DÖNMEZ


BÖLGEDEN BİR SÖYLENCE: SOMUNCU BABA

 Somuncu Baba





1331 tarihinde Kayseri’nin Akçakaya köyünde doğmuştur. Hazreti Muhammed’in 24. kuşaktan torunudur. Çeşitli hocalardan ders aldıktan sonra irşat vazifesi için Bursa’ya gelip yerleşir ve geçimini de her gün çarşıya gelip, “somun var müminler, somun var!” diye ekmek satarak sağlar. Kerametlerinden habersiz olan halkın arasında, “Somuncu Baba” diye anılır. Günlerden bir gün, Yıldırım Bayezid’in damadı Emir Sultan, elindeki çömlekle birlikte Somuncu Baba’nın fırınına çıkagelir. Ekmeklerle birlikte çömlekteki yemeğin de pişirilmesini ister. Somuncu Baba, küreğin üzerine koyduğu çömleği fırına sürmeye çalışır ama nafile! O küçük çömlek fırına bir türlü girmez! Somuncu Baba, geride durup seyreden Emir Sultan’ın yüzüne bakar ve yüzünde beliren tatlı bir tebessümle konuşur:
“Anladım, bu işi ancak sen başarabilirsin.” Emir Sultan küreği alır ve kolayca içeri sürmeyi başarır ama fırının içinde ateş yoktur ve soğuktur. Soran gözlerle, tebessümle Somuncu Baba’ya bakar. Somuncu Baba yine aynı eda ile konuşur: “Bekle. Az sonra pişer!” Karşılıklı gösterilen kerametlerden sonra iki ulu kişi birbirlerini tanır, dost olurlar.

Niğbolu zaferinin anısına Bursa Ulu Camii’yi yaptıran Yıldırım Bayezid, açılışı damadının yapmasının uygun olacağını düşünür. Cuma günü, kalabalık cemaatin önünde seslenir:

-Ya Emir! Kapıları sen aç ve cemaate vaaz edip namaz kıldır. Şehirdeki en veli kişi olduğun için bu şeref sana aittir!

-Hayır Sultanım! Bu şerefi Şeyh Ebu Hamideddin-i Aksarayi hazretlerine vermelisiniz! O benden daha üstündür.

-Bu zat kim ola ki?

-Belki duymuşsunuzdur sultanım. Somuncu Baba derler bir ekmekçi koca vardır. Ulu Cami işçilerine de ekmek satmıştır. İşte bu zat odur!”

İçeri girmek için arkada bekleyen halkın arasında bulunan Somuncu Baba, bütün alçak gönüllülüğüyle cemaat arasından geçer, kürsüye çıkıp vaaz ve nasihatlerde bulunur. Fatiha Suresi’ni de yedi farklı şekilde yorumlar. Herkes Somuncu Baba’ya hayran olur ve elini öpmek için kapıların önünde bekleşen halk adeta bir yarışa girer. Rivayete göre Somuncu Baba Ulu Cami’nin her üç kapısından da aynı anda çıkar ve bir keramet sonucu herkesin dileğini yerine getirmesine vesile olur. Bu olaydan sonra sırrının ortaya çıkmasından fazlasıyla rahatsız olan Somuncu Baba, şöhretten ve fazla dilden dolaşmaktan kurtulmak için buradan ayrılmaya karar verir. Yıldırım Bayezid’in çeşitli makam, mevki ve arazi tekliflerini geri çevirerek ertesi sabah erkenden yanına taleplerini alarak Aksaray’a taşınır. Somuncu Baba’nın ekmeklerini sattığı yerin Sahaflar Çarşısı girişi olduğu ve yakın zamana kadar esnafın işe başlamadan önce burada dua ettiği söylenir. Somuncu Baba’nın evi ve fırınları halen Hisar bölgesinin güneyinde, Molla Fenari Mahallesi’ndedir ve ziyarete açıktır.



Seslendiren: Hilal DÖNMEZ





18 Mayıs 2025 Pazar

BÖLGEDEN BİR SÖYLENCE: ÇEKİRGE SULTAN



Seslendiren: Hilal DÖNMEZ


Rivayete göre bir zamanlar Çekirge adında fakir bir adam yaşarmış. Biçare adam sabahtan akşama kadar hamam kapısının önünde bekler, sadaka dilenirmiş. Gel zaman, git zaman, hamamda kadınlardan biri küpelerini kaybetmiş. Bütün hamam tellak kadınları küpelerini aramaya koyulmuş. Çekirge Sultan, kadının yıkandığı kurnanın yanında ufak bir delik var. Dökülen saçlarınızla beraber küpeleriniz de oraya düşmüştür” demiş. Hamamdaki bütün kadınlar büyük bir heyecanla koşup, Çekirge Sultan’ın dediği yerde küpeleri bulmuşlar. Bu olaydan sonra herkes ona gelecekle ilgili sorular sormaya başlamış. Zamanla ünü o kadar yayılmış ki, Sultan Murad’ın kulağına kadar ulaşmış ve padişahın huzuruna çıkarılmış. Padişah, adama sorular sormaya başlamış. Adam sorduğu iki soruya da yanlışsız yanıt vermiş. Sonra, Sultan Murad elini yummuş ve adama doğru uzatarak: “Söyle bakalım elimde ne var?” diye sormuş. Böyle bir soru beklemeyen adam, bir süre düşünmüş ve “bir sıçrarsın çekirge, iki sıçrarsın çekirge, derken padişahın eline çıkarsın” demiş. Açar açmaz da elinden bir çekirge atlamış ve herkes çok şaşırmış. Bu olay üzerine kendisine Çekirge Sultan lakabı verilmiş. Aynı zamanda padişahın başmüneccimi tayin edilmiş. Semtin adının bu kişiden geldiği rivayet edilir. Mezarı I. Murad Türbesi’nin bahçesindedir.


Bölgeden bir söylence: Geyikli Baba’nın Çınarı (Kavaklı Çınar)

 Bölgeden bir söylence: Geyikli Baba’nın Çınarı (Kavaklı Çınar)





Geyikli Baba, Hoy şehrinde doğmuş tasavvuf ehli bir kişidir. Manevi işaretler üzerine Anadolu’ya gelir ki o yıllarda yöre halkı tekfurların elinde kıvranmaktadır. Bursa kuşatmasına devasa bir geyik üzerinde, altmış okkalık kılıçla katılır, ordugâhta hoş sohbetler yapar. Bursa’nın fethinden sonra Keşiş Dağı (Uludağ) eteklerinde dergâh kurar ve ilim sevdasıyla medrese havası, kelâm, tefsir eğitimi verir. Orhangazi’nin ısrarlı davetlerine pek itibar etmez. Uzun bir süre sonra bir ağaç fidanı ile gelip sarayın bahçe kapısının önüne bu ağacı diker. Bu vesile ile Orhan Gazi ile görüşür. Büyük veli, Orhan Gazi’ye: “Bu hatıramız burada kaldığı müddetçe, dervişlerin duası ve neslinin üzerinde olsun. Devletin bu ağaç gibi kök salsın, dalları çok uzaklara ulaşsın, evlatların din-İslam’a hizmette bulunsun.” der ve dua eder. Orhangazi’nin mal, mülk ve İnegöl’ün kendisine verilme teklifini kabul etmez, ancak ısrarlı arzular karşısında, eli ile gösterdiği dağ eteğindeki bir bölgenin dervişlerin bahçesi olmasını ister. Büyük veli geldiği gibi sessizce münzevi hayatına geri döner. Diktiği ağaç ulu bir çınar olur. O ağacın bugün Kavaklı Camii’nin bahçesindeki “Kavaklı Çınar” olduğu söylenir. Geyikli Baba’nın dergâhı, cami ve türbeden oluşan küçük külliyesi ise Kestel’e bağlı Babasultan köyündedir.

1 Mayıs 2025 Perşembe

MALİK AKSEL VE BURSA/BEŞİR AYVAZOĞLU

 MALİK AKSEL VE BURSA



 


Malik Aksel, 1901 yılında Selanik yakınlarındaki Katerin’de doğdu. Balkan Savaşı’nın ardından ailesiyle birlikte İstanbul’a geldi ve Darülmuallimin’i (Erkek Öğretmen Okulu) bitirdi. Bir süre ilkokul öğretmenliği yaptıktan 1928 yılında resim ve resim pedagojisi eğitimi alması için devlet tarafından Almanya’ya göndrerildi. Dönüşte Gazi Terbiye Enstitüsü resim öğretmenliğine tayin edildi ve bu okulun Resim-İş Bölümü’nü kurdu. Resim çalışmalarının ve öğretmenliğinin yanı sıra gazete ve dergilere sanat ve folklor üzerine yazılar yazan Malik Aksel’in yıllardır yeni baskıları yapılmayan Sanat Hayatı: Resim Sergisinde Otuz Gün, Anadolu Halk Resimleri, Türklerde Dini Resimler, İstanbul’un Ortası ve Sanat ve Folklor adlı kitapları bir süre önce açıklayıcı notlarla yeniden yayımlandı.
    Özellikle suluboyada Türk resminin en önemli isimlerinden olan Malik Aksel, halk resimleriyle de yakından ilgilenenen bir sanatçıydı. İlk ve son defa 1958 yılında Devler Resim ve Heykel Müzesi’nde sergilenen Taşbaskısı Halk Resimleri Koleksiyonu, bir daha bir araya getirilmesi mümkün olmayan eserlerden oluştuğu için Türk resim sanatı açısından büyük önem taşıyor.

Aşağıda 2011 yılında Kent Müzesi'nde açılan sergi sebebiyle Beşir Ayvazoğlu tarafından yazılmış bir yazıyı bulacaksınız. 

 

                                                                                                               Beşir Ayvazoğlu

 

            Türk resim tarihinin büyük isimlerinden biri olan Malik Aksel Selanik yakınlarındaki Katerin’de doğmuş olmakla beraber, baba tarafından İstanbulluydu; fakat Bursa’nın köklü ailelerinden birinin kızıyla, Müşerref İğnemutlu’yla evlendiği içi sık sık geldiği Bursa’yı da bir Bursalı kadar bilir ve severdi. Bursa Necatibey Kız Enstitüsü’ü bitirdikten sonra Ankara Kız Meslek Öğretmen Okulu’na kabul edilen ve bu okulun Mesleki ve Tezyini Resim Şubesi’nden 1944 yılında mezun olan Müşerref Hanım’la Ankara’da, Gazi Terbiye Enstitüsü’ndeki öğretmenliği sırasında tanımıştı.

                               Sergi afişi

 

            Malik Aksel birçok yazısında Bursa’dan çeşitli vesilelerle söz etmiş, Bursa folkloruyla da yakından ilgilenmiştir. Bursa resimlerinin sayısı ve nerede oldukları hakkında maalesef bilgimiz yok. Müşerref Hanım’ın evinin bahçesini gösteren bir yağlı boyası, Bursa’da yaşayan büyük oğlu Murat Aksel’dedir. Çocukluğundan itibaren halk resimlerine ve dini resimlere büyük ilgi duyan Malik Aksel, Bursa’dan da epey resim ve malzeme toplamış olmalıdır. Anadolu Halk Resimleri adlı kitabında kağıt üzerine yapılanların dışında gergef, yağlık, sandık, bakın sini, hamayil* mahfazası ve tütün tabakası gibi günlük hayatta kullanılan eşyalarda da halk tarzı resimlere rastlandığından söz ettikten sonra, bu işlerde çiçeklerden sonra en çok tekrarlanan motifin iki tarafında üçer şerefeli minareler bulunan camiler olduğunu, Bursa havlularında da rastlanan bu motifler arasında bazen:

            Safa geldin gözüm nuru kusura hiç nazar etme,

            Bu yaz burada iç eğlen, sakın kış gelmeden gitme

gibi beyitlere rastlandığını söyler. Malik Aksel aynı kitabında eski kız ve kadın kıyafetlerinden söz ederken, her biri sanat eseri niteliği taşıdığı halde çeşitli tesirlerle elden çıkarılan ve çoğu ne yazık ki Avrupa müzelerine taşınan bu kıyafetlerdeki işlemelerin, oyaların vb. bir çeşit resim anlayış ve zevkini yansıttığı görüşündedir. Armut şeklinde ‘maaşallah’lar, tığ işleri, mekik işleri, iğne oyaları, boncuk oyaları, makramalar, sevai’ler**, firkete oyaları, pullu oyalar, çatmalar***, uçkurluklar, hotozlar, dal oyaları, taç oyaları, saksı oyaları… Malik Aksel’e göre taşıdıkları isimler bile bu işlerin aslında resimden başka bir şey olmadığını göstermektedir. Mesela Kütahya, Bilecik, Bursa civarı oyalarından bazılarının isimleri: Isran sapı, İftar tabağı, Hanım Köşkü, elif badem, Zerenkadeh, Saray süpürgesi, Gelin tacı, Hanım kirpiği, Bülbül tükürüğü, Subay sırması, Zabit çimciği, Paşa nişanı, Gül goncası, Yedi dağın çiçeği, kuyumcu kafesi, Kakül tarağı, Leyla ile Mecnun, Sarhoş kavgası, Özerlik, Kandil, Hanım beye el etti…

            Aydınların halk resmini ilkel bularak küçümsemeleri Malik Aksel’e göre, bir zamanlar evlerin, tekkelerin ve kahvelerin duvarlarını süsleyen bu resimlerin de yok olmasına ve kaynaklarının kurumasına yol açtı. Halkın kültürü, inançları, efsane ve menkıbeleriyle doğrudan ilişkili olan bu resimlerden toplayabildiği kadar toplayarak zengin bir koleksiyon vücuda getiren sanatçı, 1958 yılında Devlet Resim ve heykel Müzesi’nde sergilediği bu koleksiyondan yola çıkarak Anadolu Halk Resimleri (1960) ve Türklerde Dini Resimler (1967) adlı kitaplarını yazmıştı. Bilindiği gibi Malik Aksel’in “Taşbaskısı Halk Resimleri Koleksiyonu” sanatçının Bursa’da yaşayan oğlu Murat Aksel tarafından Bursa kent Müzesi’ne bağışlandı ve 2011 yazında sergilendi. Kısa bir süre önce de İstanbul’a götürülerek Taksim sanat Galerisi’nde sanat kamuoyunun dikkatine sunulan ve beklenmedik bir ilgi gören bu koleksiyon artık Bursa’nın malıdır.

            Malik Aksel Türklerde Dini Resim adlı eserinde yazı-resimlerden söz ederken, yazı hünerleriyle yetinmeyen, şekiller dünyasına başka yollardan gitmek isteyen hattatların Bursa Ulucamii’nde önemli bir denemeye giriştiklerini ve duvarları bir çeşit mücerret resme dönüşen yazılarla donattıklarını anlatır. Minber şeklinde yazılmış yazıların en güzel örneğinin de Ulucami’de olduğundan söz eden Aksel, bu yazı resim hakkında şunları söyler:

            “Kalın ve siyah bir Kufi hatla yazılmıştır. Yer yer ejderi andıran veya onun hayalini aksettiren kıvrımlarla bezenmiştir. Camilerde olduğu gibi mütenazır bir şekil almıyor. Bu güzel mimari eser ‘Fetebarekallah’ diye okunur; ‘Allah mübarek etsin’ demektir.”

            “Halk Resimlerinde Minareler” başlıklı yazısında da. Minare çeşitlerini uzun uzun anlattıktan sonra sözü Bursa’daki ünlü Demirtaş minaresine getirir. Atı sütunlu kubbemsi bir çatı üzerine oturtulan ve 15. yüzyıldan beri dimdik ayakta duran bu minarenin çini mürekkebiyle bir de resmini yapan Malik Aksel, “İstanbul Mimarisinde Kuşevleri” başlıklı ünlü makalesine de Bursa’da, Beşikçiler Caddesi’yle Umurbey Mahallesi’ndeki kuşevlerinden söz ederek başlamıştır. Bu kuşevlerinin çizimlerinin de yer aldığı söz konusu makaledeki şu paragraflar Malik Aksel’in Bursa’yı köşe bucak bildiği izlenimi uyandırmaktadır:

            “İşte bunlardan biri Bursa’daki Beşikçiler Caddesi’nde tahtadan ve dilimli veya çadırımsı, üzerinde uzunca bir âlem görülen bir kuşevidir ki, bugün bu eserciğin alt kısmı tamamıyla yıpranmıştır. Kuşlardan çok güvercinler için yapılmış olan bu evcikte, pencereler Türk kırık kemerlerini belirtir. Bir bakıma da bu dilimli kuş evi bir feneri andırmaktadır.”

            “Bursa’nın doğusunda, Umurbey Mahallesi’nde Cıngıllı Sokağı’nda görülen büyük, eski bir konağın ön kısmında saçağa yakın, büyük bir evi andıran kuşevi, bu şehrin en güzel kuşevlerinden biridir. Hafif malzeme ile yapılan, daha doğrusu ince tuğla ve harç ile örülen bu küçük yapının pencerelerinden bir kısmı kapalı, bir kısmı açıktır. Açık olanlarda kuşlar bulunur, kapalı olanlar da süslüdür. Resimde görüldüğü gibi alt pencereler oyuk, üsttekiler örtülüdür. Ayrıca bu kuşevinin alt kısmı bir yarım kubbe ile armudi şekilde biter. Yine burada görüldüğü gibi evin ön sağ yanı tamamıyla bozulmuş, kuşların bile barınamayacağı hale gelmiştir. Eskiden güzel bir evden söz edildiği zaman ‘kuş kafesi gibi’ yahut ‘kuş yuvası gibi’ tabirleri kullanılırdı ki, bu da evciğe ne kadar yaraşmaktadır.”

            Malik Aksel’in Sanat ve Folklor adlı kitabında da “İnsanlar Yalnız Kalacaklar” başlıklı ilgi çekici bir yazısı vardır. Bu yazıda İstanbul’da, Tabakhane Mahallesi’nde yaşayan Lebibe adlı bir kadın ve yaşlı teyzesi çok canlı bir şekilde tasvir edilir. Bir gece yaşlı teyzenin rüyasına giren Emir Sultan kendisinden Bursa’da mevlit okutmasını ister. Bu rüyayı üç gece üst üste görünce Lebibe Hanım’la birlikte kalkıp Bursa’ya gider ve Emir Sultan’da mevlid okutur. Yaşlı teyze Emir Sultan’a türbesinin penceresinde Fatiha okurken bir ara gözlerine inanamaz; sanduka önündeki kovuk yavaş yavaş sallanmış, biraz sonra kovuğun altından hafif hafif bir yüz belirmiştir: ürkütücü değil, teşekkür ve memnunluk ifade eden bir yüzdür bu. “Lebibe, Lebibe! Bak bize tebessüm ediyor Emir hazretleri!” diyen yaşlı teyze, yeğeni bir şey görmediğini söyleyince ısrar eder: “Görmüyor musun? İşte yine bize bakıyor!”

                                          

 Sergideki halk resimlerinden bir örnek. 9 eylül 1922'de Uşak yakınlarında esir alınan Yunan başkomutanı general Trikopis Gazi Hazretlerine kılıcını teslim ederken        

 

            Eski devirlerde insanların böyle şeylere çok inandıklarını söyleyerek başka olaylar da anlatan Malik Aksel’in Türk Folklor araştırmaları Dergisi’nde yayımlanan “Bursa’da sünnet düğünleri” başlıklı yazısı da ilgi çekicidir. “Bursa’da ağustos böceklerinin öttüğü yaz aylarında pazar sabahları Çınarlı Kahve’de oturanların kulaklarına uzaktan uzağa bir darbuka sesi gelirdi” cümlesiyle başlayan yazı, sanatçını Bursa folkloruyla yakından ilgilendiğini göstermektedir. Bu yazıda anlatılığına göre çocuk seslerinin de karıştığı darbuka esleri gittikçe yaklaşırmış: çok geçmeden sünnet çocuklarını taşıyan fayton Ulucami önünde belirir, oradan Yeşil yoluyla Emir Sultana yollanırmış. Sünnet kıyafetleri bayramlıklardan farklıymış; mavi sünnet takkesi üzerine ailenin varlığına göre inciler, elmaslar, altından imal edilmiş armudi ‘maaşallah’lar konurmuş. Omuzlara da nazar değmesin diye mavi veya kırmızı fiyonklu, beş elikli nazar boncukları, başlarına da bazen ayaklarına kadar uzanan gelin tellerine benzer teller takılırmış. Hatta bazen sünnet çocuğunun gözlerine sürme, kaşları arasına elif çekilir, serçe parmağına da kına sürülürmüş. Sünnet gezmesinde söylenen bursa türküleri de varmış, bunların en çok tekrarlananı:

            Bursa’nın ufak tefek taşları

            Kalem olmuş o yârimin kaşları

türküsüymüş. Yeşil Türbe ziyaret edildikten sonra Emir Sultan’da arabadan inilir, türbe ziyaret edilir, dualar okunur, oradan geri dönülür, el öpmeler bittikten sonra baba evine gelinir, kalabalık arasından içeri geçilirmiş. Sünnetten önce babanın sünnet hediyesi vermesi veya ev, tarla, dükkân gibi yüklü bir bağışta bulunması adettenmiş. Bursa sünnet düğünlerini bu minval üzere ayrıntılı bir şekilde tasvir eden Malik Aksel şöyle devam eder:

            Bursa’da önce Mevlid okunur, arkadan da tekbirlerle sünnet olunurdu. Her yerde olduğu gibi burada da mahalleden fakir bir çocuk da sünnet edilir, olmadığı takdirde bir horoz kesilirdi. Bundan sonra eski devirlerde erkek misafirlere çengiler çıkarılırdı. İncesaz da ahenge başlardı. Yemek zamanı gelince erkeklere sofralar kurulurdu. Bu yemeklerin sonunda mutlaka buranın meşhur sükkerisi (tatlısı) yenirdi. Sükkerisiz düğün olmazdı. Erkekler evden ayrılırken çocuğun babasına, dedesine, yakınlarına, “Güveyliğini de görürüz inşallah” temennisinde bulunurlardı. Bu defa kadın davetliler gelmeye başlardı. Yakın akrabalar çocuğun yastığı altına ya bir altın kordonlu saat, ya bir beşibiryerde korlardı. Bu arada gaz boyamalarına sarılmış ibrik, tencere, kap çanak, buna benzer şeyler hediyelerin bulunduğu yere konurdu. Bursa’da daha birçok yerlerde olduğu gibi adetler günden güne değişmektedir. Bakın tencere yerine düdüklü tencere, kordonlu saat yerine kol saati, hokka takımı ve divit yerine dolmakalem, gramafon yerine pilli radyo hediye olarak geliyor. Bu hediyeler gaz boyamalarına, bürümcüklere sarılı değil, jelatin naylon takımlarına sarılıdır. Eskiden aileler, hele zengin evlerine kol kol çengi getirirlerdi. Bu yine de unutulmuş değildir ama o da şekil değiştirmiştir. Folklor hareketlerinin yayılmasından sonra çok defa genç kızlar sandık dibinde kalmış ninelerinin elbiselerini çıkarıp Bursa’nın o meşhur havalarını söyleyip yine o güzel güvendelerini, sekmelerini, yedi benli, kırık hava, firaknâme, hatta oturak oyunları oynarlar. Bu arada kadın ustalar düğünü idare ederler, genç kızları da oyuna kaldırırlardı.

            Bursa düğünlerinde darbukanın önemli bir yer tuttuğunu, Tuz Pazarı’nda karpuz kavun sergileri gibi darbuka sergileri açıldığını, sünnet çocuklarının elerinden bırakmadıkları oyuncaklardan birinin darbuka olduğunu, bunların teste kısımlarının genellikle kırmızıya boyandığını, üzerine beyaz ve sarı çiçekler yapılıp güller kondurulduğunu anlatan Malik Aksel, başka bir yazısında da Oyun Dede adında bir yatırın mezarı etrafında genç kızların üç defa çalgı çalıp göbek attıklarından ve bu tuhaf inanışın hala devam ettiğinden söz eder. Kendisine has dikkatlere sahip bir ressam ve yazar olan Malik Aksel keşke Bursa hakkında daha fazla yazmış ve daha çok resim yapmış olsaydı.

            Müşerref Hanım 15 temmuz 1990 tarihinde Bursa’da vefat etmiş ve Emir Sultan mezarlığında toprağa verilmiştir.

-------------------------------------------------------------------------------

*Hamail: Sağ omuzdan sol kalçaya kadar inen ve ucuna kılıç takılan kayış anlamına gelir. Fakat halk arasında hamayil veya hamaylı şeklinde ve muska anlamında kullanılmaktadır.

**Sevai: Şalvar gibi erkek ve kadın elbiseleri yapımında kullanılan bir ipek kumaş cinsi.

***Çatma: Burada başörtü anlamındadır.  

Bu yazı, https://www.bursadakultur.org/malik_aksel.htm adresinden alıntılanmıştır.

BİR BAYRAMDIR ERGUVAN BURSA’DA/SEFER GÖLTEKİN

 

BİR BAYRAMDIR ERGUVAN BURSA’DA



Bursa’da metfun, Molla Fenari ve Emirsultan gibi çok bilinen manevi önderlerin haricinde yetmiş bin evliyanın daha nefesleriyle şehre hayat verdiklerini öğrenmek, peşine düştüğüm ikinci zamanı daha da gizemli hale getirdi. Efsaneleri dilden dile dolaşan, destanları masal hüviyetine bürünüp çocukların rüyalarını süsleyen, hikâyeleri râvilere güç veren isimlerin bugün bile her sokak başına asılan tabelalarda gözümüze ilişmesinden, iyiliklerin güzelliklerin o sokakta yaşayanlara sirayet etmeyeceğini kim iddia edebilir? Kabul edelim, bugün en çok ihtiyacımız olan kavramlar; sevgi, hoşgörü ve dostluk kavramları değil midir? Bunları dışladığımız için oluşmuyor mu bütün kavgalar, önyargılar, nefretler, kinler?

Bursa’ya gelişimin üçüncü ayında gerçekleşen bir etkinliği kaydetmeden geçemeyeceğim. Erguvan Bayramı... Bursalılar dört yüz elli küsur yıldır kutlanan ve yüzyıl öncesine kadar devam eden bir geleneği yeniden yaşatmaya karar vermişler. Bilirsiniz Erguvan, her yıl mevsimin değiştiğini, tabiatın ağır uykusundan uyandığını haber veren bir ağaçtır. Salkım saçak çiçekleriyle çevresine güzellikler yayar ve toprağı zenginleştirerek etrafındaki bitkilerin gelişimine katkıda bulunur. Aynı Emirsultan’ın, bilgelik, hoşgörü, erdem, ahlak, iyilik, doğruluk ve sevgi dağıtan öğretisi gibi.

Erguvan Bayramı; her meslekten, her tabakadan insanın buluşmasını ve halkın müşterek bir gayede kaynaşmasını simgeliyor. Asırlar boyu Emirsultan ve sevenleri erguvan bayramında buluşmuşlar aynı tepede. Bu geleneğin bugün bile yaşıyor olması, eskiye özlemin ötesinde bir şeydir bana göre.

Eski devirlerde Bursa şahsında millet hayatında huzur, bereket ve kardeşliğin canlı kalmasında derin tesirler uyandıran bu geleneğin ısrarla gündemde tutulmasına getireceğimiz açıklama aynı zamanda bu şehrin neden şehirler sultanı olduğunun da ipuçlarını verecektir...

Bursa bu ve bunun gibi, küçük bir topluluğun katılımıyla gerçekleştirilen etkinliklerle değil de, halkın büyük çoğunluğunun katıldığı etkinliklerde bir araya gelip geleneksel değerlerin yaşatılması noktasında en uç örnekleri sergiliyor. Osman Gaziyi andıklarında fetih ruhunu ve kuruluş heyecanını canlı tutarken; Murat Hüdavendigar Han’ı anma törenlerinin bir kolu Kosova’nın başkenti Priştine’ye kadar uzanıyor... Anmaların, anlamaya uzanan bir yol olduğunu biliyor bu şehir...


26 Nisan 2025 Cumartesi

BURSA'DA YUNUS EMRE'YE ARMAĞAN/RIZA TEVFİK BÖLÜKBAŞI

BURSA’DA YUNUS EMRE’YE ARMAĞAN



(Bursa’da meşhur Yunus Emre’nin kabrini ziyaret ettikten sonra, kendi üslubunu takliden söylenmiştir.)


Yüce dağlar ardından

Deniz aşırı geldim

Evliyalar yurdundan

Selâm tapşuru geldim.


Ulu bir şâra vardım

Dosta armağanım var;

Erenlerin bağından

Güller devşiru geldim.


Busbuzlanık bir çaydım,

Âşk iline baş urdum;

Çalkanıp safa buldum,

Süzülüp duru geldim...


Yunus’un toprağına

Vardım yüzüm sürmeğe;

Sildim gönül pasını,

Yunuben aru geldim...


Cuşa geldim, çağlarım;

Âşık oldum, ağlarım;

Canda coşan esrarı

Döküp taşuru geldim.


Rıza Tevfik Allah’tan

Ayrılma ol dergâhtan...

Ben kurtuldum günahtan,

Eğriydim, doğru geldim.


Bursa, 10 Mayıs 1330 [1914]

BURSA'DA SÜRGÜNKEN/AZİZ NESİN

BURSA'DA SÜRGÜNKEN



Güzeldir bu şehr-i dilarâ-yı Bursa

Şeftalisi var yiyemedik,

İpeklisi var giyemedik,

kaplıcası var giremedik

                                        Lakin güzel şehirdir Bursa.

                                                9 Temmuz 1948

6 Nisan 2025 Pazar

BURSA REDİFLİ GAZELLER/KÜTAHYALI VASFÎ

BURSA’YA ÖVGÜ


 

Kütahyalı Vasfî (ö. 1876) 

Divanında Bursa redifli şiir olan şairlerden sonuncusu 19. yüzyıl şairlerinden, aslen Kütahyalı olan Ahmed Vasfî, diğer adıyla Kütahyalı Vasfî’dir. 1832’de Kütahya’da doğmuş, medresede Arapça, Farsça ve edebiyat, şahsi gayretiyle de Fransızca öğrenmiştir. Kâtip olarak devlet hizmetine giren Ahmed Vasfî, başka memuriyetlerde de bulunup 1876’da vefat etmiştir (Güner 1967, s. 42). 

Bilinen tek eseri olan divanından sol gözünün âmâ olduğu, meslek hayatındaki huzursuzluğu, memleketi Kütahya’dan uzaklaşmak özellikle İstanbul’a gitmek istediği fakat Kütahya’dan ayrılmadığı bilgilerine ulaşılır. 

Vasfî 19. yüzyıl divan şairleri içinde başarılı sayılabilecek bir şairdir. Biyografik kaynaklarda yer almayışını, sanat gücüyle değil, İstanbul’a gitmeyişiyle ilişkilendirmek daha doğru olur (Köksal, 2016). 

Vasfî’nin şiiri 5 beyit uzunluğunda gazel nazım şeklinde ve “Mefʻûlü Mefâʻîlü Mefâʻîlü Feʻûlün” veznindedir. Şiirde “-ân” seslerinden oluşan, revî ve öncesindeki uzun ünlüden meydana gelen zengin kâfiye (kâfiye-i müreddefe) yanında “-ı Burusa” şeklinde redif kullanılmıştır. Şiir metni aşağıdadır: 

Hoş geldi bana mekteb-i ʻirfân-ı Burusa 

Tabʻımca bütün meşreb-i hûbân-ı Burusa 

***

Sahrâları gezdik ne güzel yerleri vardır 

Ol dem hele hâhişger-i iskân-ı Burusa 

***

Şâyân-ı kabûl olmasa ger âb u hevâsı 

Yatar mı Murâdiyyeʻde sultân-ı Burusa 

***

Taʻmîr olunup ebniye-i sûk u mahallât 

Gitdikçe tezâyüd buluyor şân-ı Burusa 

***

Asla toyamam kaplucalar zevkine Vasfî 

Olsam nice yüz bin sene mihmân-ı Burusa

BURSA’YA ÖVGÜ
Bana hoş geldi Bursa'nın irfan mektebi,
Zevkime uygun tüm güzel gönüller Bursa’da.


Gezip dolaştık o uçsuz bucaksız kırları,
Ne güzel yerleri varmış yerleşmek isteyen varsa, Bursa’da.


Eğer havası, suyu beğenilmese bile,
Yatar mıydı Muradiye’de koskoca sultan, Bursa’da?


Çarşılar, mahalleler yenilenip onarılıyor,
Her geçen gün daha da artıyor Bursa’nın şanı.


Kaplıcaların tadına doyamam bir türlü Vasfî,
Bin yıl misafir olsam da, az gelir bana Bursa’da!

Vasfî’nin gazeli Feyzî Efendi ve Nisârî Yaʻkûb Çelebi’nin şiirleri gibi şehir medhiyesi niteliğindedir. Şair birinci beyitte irfan yuvası olarak nitelediği Bursa’yı çok beğenir. Bu şehir güzellerin ve güzelden hoşlanan ince zevkli insanların şehridir. İkinci beyitte şehrin ovalarını gezince Bursa’yı daha çok seven Vasfî, artık burada yaşamak istediğini söyler. Gazelin üçüncü beytinde ise Bursa’yı sevme sebebini II. Murad’ın havası ve suyunu sevdiği bu şehre Muradiye Külliyesi’ni yaptırması olarak açıklar. Dördüncü beyte göre Bursa eski eserlerin tamiri, yeni bina, çarşı ve mahallelerin kurulmasıyla büyüyüp güzelleşmektedir. Şair son beyitte Bursa’nın ayrılmaz parçası meşhur kaplıcalarına değinerek yüz bin sene burada misafir olarak kalsa yine Bursa kaplıcalarına ve yapılan eğlencelerine doyamayacağını belirterek şiirini bitirir.

 (Köksal, 2016, s. 187, şiir numarası yok). 

II. Murad döneminde şehir süratle büyüyüp toparlanmaya başladı. Sultan Murad, Fazlullah Paşa, Hacı İvaz Paşa, Hasan Paşa, Umur Bey gibi devlet erkânınca tahsis edilen vakıflar sayesinde daha sonra bu adlarla anılacak yeni bölge ve mahallelerin teşekkülü sağlandı (İnalcık, 1992, s. 446).

Köksal, M. F. (2002). Eski Şiirimizin Nadide Güzelleri. Türklük Bilimi Araştırmaları, (11), 161-168.

***Bu metin, KORKUT ATA TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI DERGİSİ Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisinde yayımlanan Yılmaz FARAŞOĞLU'na ait"Divan Şiirinde Bursa Redifli Şiirler" adlı çalışmadan alıntılanmıştır.

BURSA REDİFLİ GAZELLER/MEHMED SERMED EFENDİ

Seslendiren: Doruk Yıldız                                      
                                             
Geçti de seyr eyledim bir gül-ʻizârı Bursada 



Bursa redifli şiir yazan şairlerden biri de hakkında tezkirelerde bilgi bulunmayan, fazla tanınmamış bir şair olan Mehmed Sermed Efendi’dir. İstanbul’da doğan ve Derviş Ağa adlı bir zatın oğlu olan şair uzun süren iyi bir eğitim aldığını ifade eder. II. Mahmud ve Abdülmecid devirlerinde yaşayan şair özellikle II. Mahmud’un yardımlarını görür. Memurluk hayatına kethüda kaleminde başlayan şair, ilerleyen yıllarda ihtisap, ebniye-i hassa ve karantina katipliği vazifelerinde bulunmuş, 1848’de vefat etmiştir. Şiirlerinden hayatı ciddiye almayan, rind-meşrep, yiyip içmeyi seven bir kişiliğe sahip olduğu anlaşılan Sermed Efendi’nin tek eseri divanıdır (Yıldız, 2002, s. 4-7). İstanbul’un Bursa’ya yakınlığı ve divanındaki Bursa redifli şiirden hareketle şairin Bursa’yı gördüğü tahmin edilir. Sermed Efendi’nin manzumesi de 5 beyitli bir gazeldir. Şair gazelinde bir uzun ünlü ve ünsüzden oluşan “âr” sesleriyle zengin kafiye “-ı Bursada” kelimesi ile redif oluşturmuş, son beyitte de mahlasını zikretmiştir. Şiir metni şu şekildedir: 

Geçti de seyr eyledim bir gül-ʻizârı Bursada 

Eylemiştim gûyiyâ evvel bahârı Bursada 

***

Bilmedim yârdan uçurmuş kuş gibi ağyârını 

Bulmadım çok gözledim hercâyî yârı Bursada 

***

Kâle-i ʻömrümü ben bî-hûde verdim müftüne 

Eyleyenler eylemiş vaktiyle kârı Bursada 

***

Geh vatan geh yâri der-hâtır edip hayretle ben 

Yaş akıttım iki çeşmimden pınarı Bursada 

***

Kâkülün sevdâsı ile rûyuna kıldım nazar 

Şaşırıp Sermed gibi leyl ü nehârı Bursada

 (Yıldız, 2002, s. 198, 46 numaralı gazel)

GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİYLE

Bursa’da Bir Gül İzârını Seyrettim
Geçip gitmiştim, seyrettim bir gül gibi eteği Bursa’da,
Sanmıştım ki baharın ta kendisini görmüştüm orada.


Bilemedim, düşmanlar alıp kuş gibi uçurmuş yârimizi,
Çok bekledim, göremedim o vefasız yâri Bursa’da.


Ömrümün kalesini boş yere teslim ettim bir güzelliğe,
Ne büyük işler yapmışlar vaktiyle aşk uğruna Bursa’da.


Bazen vatanı, bazen sevgiliyi düşünerek hayret ettim,
İki gözümden yaşlar gibi aktı pınarlar Bursa’da.


Kâkülünün sevdasıyla yüzüne çevirdim bakışlarımı,
Sermed gibi gece gündüz şaşırdım zamanı Bursa’da.

Yıldız, S. (2002). Sermed Divanı, İnceleme-Metin. Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Hacettepe Üniversitesi.

***Bu metin, KORKUT ATA TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI DERGİSİ Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisinde yayımlanan Yılmaz FARAŞOĞLU'na ait"Divan Şiirinde Bursa Redifli Şiirler" adlı çalışmadan alıntılanmıştır.

OSMAN GAZİ DESTANI/COŞKUN ERTEPINAR

 

OSMAN GAZİ DESTANI

                                                            


Ertuğrul Gazi’nin oğlu

Ceylan duruşlu

Kartal vuruşlu

Büyük Osman!


Cenk meydanlarının ulu eri,

Her biri bir cenneti andıran şehirleri

Bırakır mı küffar elinde hiç?..


Batısı, doğusu, İznik, Bursa…

Tanrı yardımcısı olursa,

Kılıncının hakkı olacak

Bütün şu hisarlar…


Ve hem vakit çok kısa,

Zaman, çürük bir fanus gibi sallar

Oynak Bizans’ı…


Siz, aslan sütü emmiş,

Zafer için yaratılmışlar, siz,

Toplanın kim varsa,

Abdurrahman, Karamürsel, Turgut,

Akça Koca, Aykut

Ve daha binlerceniz…


Kiminiz şehitliğe erer,

Kiminiz olur gazi.

Ey, Kayı’nın bahtı açık bahadırları!

Ey, hürriyeti, gazayı sevenler,

Şan yolunu görenler, bu yana!


Böyle düşünür, böyle duyar,

Ertuğrul Gazi’nin oğlu,

Ceylan duruşlu,

Kartal vuruşlu

Büyük Osman!

OSMANCIK/TARIK BUĞRA

Seslendiren: Asya Ülkü Gençler                               

 OSMANCIK 

Tarık Buğra’nın 1982’de yayımlanan Osmancık kitabı, Türk Edebiyatı’nın en çok okunan tarihi romanlarından bir tanesidir. Bu türün tipik örneklerinden biri olarak gösterilebileceğimiz eser, Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi’nin hayatını konu alır.
 
Bir taraftan kurulma aşamasındaki bir devletin ilk günlerini anlatan Osmancık, diğer taraftan da Osman Gazi’nin bir birey olarak yaşadığı değişimi gözler önüne serer. 14. yüzyılın başlarında göçebe bir toplum olan Kayı Boyu, yavaş yavaş “Osmanlı Devleti” haline gelirken, hırslı, sabırsız, korkusuz savaşçı “Osmancık” da kendisini takip edenlerin sorumluluğunu taşımayı, öfkesini ve yeteneklerini kontrol altına almayı öğrenerek “Osman Bey”e dönüşür.
 
Bu kurgu mantığı sayesinde Tarık Buğra, Osmanlı Devleti’nin kuruluş hikayesi hakkında somut bilgiler verirken, bir taraftan da bu devletin ilk, ama hakkında en az şey bilinen liderine ilginç bir bakış açısından yaklaşmış olur.

"Osman Gazi Han; ancak o zaman ancak Bursa alınırsa erebilecektir gönül rahatlığına ve ancak o zaman gülümseyerek, 'Hoş geldin, hoşnudluk getirdin.' diyebilecektir  Azrail'e; çünkü ancak o zaman hazır olabilecektir Münker ile Nekir'e; çünkü ancak o zaman inanacaktır Allah'ın kendisine bağışladığı ömrü, gücü, mutlulukları hak ettiğine, iyi kullandığına, doğru kullandığına."

"Ve, Dünya’nın böyle amaçlara, böyle ülkülere açık olduğu, böyle amaçlar ve ülküler için küçüldüğü dönemler vardır.
Ve, Dünya böyle bir dönemdedir.
Ve, Dünya öyle bir soy, öyle bir ülkü beklemektedir.
Ve, Dünya’ya tekliğinden arınmış, soyu ve ülküsü ile özdeşleşmiş, soyunu ülkü ile özdeşleştirmiş biri gerektir."
Romanın henüz başlarında yer alan bu alıntı, Osmancık’ın geneli boyunca devam edecek olan “ülkü” fikrini ortaya atan ilk alıntıdır. Şeyh Ede Balı’nın öğütleri ve Osman Gazi’nin karakteri, bu cümlelerde ifade edilen düşünceler üzerinden kurgulandığı gibi, romanın anlatı üslubu da buradan bir ölçüde anlaşılabilir.

"Daha yukarılarda, uçsuz bucaksız gökyüzünün ötesinde, berisinde de, birbirlerinden çok uzak.. adlarını şöyle böyle bildiği iller kadar, ülkeler kadar uzak bulutçuklar vardır ve bembeyazdır onlar ve hiçbir beyazın olmadığı kadar, olamayacağı kadar beyazdır, güzeldir onlar."

Tarık Buğra’nın zaman zaman şiirselleşen destansı anlatısı, Osmancık’ın yaşadığı yerlerin ötesindeki toprakları bu şekilde hayal etmesinde görülebilir.

"İnsan bir şeyi anlamıyorsa, anlamamış ve anlamayacaksa, Dünya çok çok büyüktür; kavranılamayacak kadar büyüktür. Öyle bir insan için Dünya, elbette, akla sığmayacak kadar büyüktür ve.. daha öteleri ko bir yana.. Bursa’yı bile geç.. Karaca Hisar dahi, öyle insanlar için şu gördüğün yıldızların en yakınından da uzakdır."

Osmancık’ın dünyanın büyüklüğü hakkında yaptığı yorumlara verilen bu cevap, Şeyh Ede Balı ile Osmancık arasındaki ilk konuşmadan itibaren romanın ana karakterinin aklına takılır.

İlk bölüm boyunca yaşanan bu değişimin temelindeki sözler, Ede Balı’nın Osmancık’a söylediği bu sözlerdir.


“Dahi bir niyazımız var; Osmancık Osman beği komaya, Osman Beğ Osmancığı unutmaya.” (…)
Osmancık öfkesi, Osmancık atılganlığı, Osmancık cesareti ve Osmancık gururu Osman beği – elbette- bırakmayacaktı; sadece, Osman beğin buyruğuna girecekti."

Osmancık ile Osman Beğ, Osman’ın karakteri içinde yer alan iki farklı boyut gibidir ve roman boyunca Tarık Buğra bu ayrıma ciddi anlamda yer ayırır.
Hatta, bu alıntılarda rahatlıkla görülebileceği gibi, anlatıcının kendisi, romandaki karakterler ve Osman’ın kendisi bile, bu iki “karakter”in varlığının ve rollerini bilincindedir.


"Ve, bugün Bursa önlerinde olanlar, yarın kendi durumlarında olacaktır; Bursa ötelerine gidemeyeceklerdir, oğulları gidecektir: Ve bütün çocuklar için, kendilerinin göremeyeceği, kendilerinden sonra gelenlerin gidebileceği öteler olacaktır."

Romanın başında daha soyut olarak ifade edilen ülkü fikri, romanın sonunda somut bir halde ifade edilebilecek duruma gelmiştir.

Osman’ın amacı, her yeri fethetmek, herkesle savaşmak olamaz, zira bir insanın ömrü, bunu başarmak için yeterli değildir. Osman’ın amacı, kendisinden sonrakilerin ilerleyebileceği bir yol açmak, bir ülkü yaratmaktır ve hayatının bu amacını kabullendiği için, “mirasını” soyuna bıraktığı için, rahat ve huzurlu bir şekilde ölebilir.


"Ey Osmancık; beğsin. Bundan böyle öfke bize, uysallık sana; güceniklik bize, gönül alma sana; suçlama bizde; katlanma sende; bundan böyle, yanılgı bize, hoşgörmek sana; aciz bize, yardım sana; geçimsizlikler, uyuşmazlıklar, anlaşmazlıklar, çatışmalar bize, adalet sana; kötü göz bize, şom ağız bize, haksız yorum bize, bağışlama sana.
Ey Osmancık; bundan böyle, bölmek bize, bütünlemek sana; üşengeçlik bize, gayret sana; uyuşukluk bize, rahat bize, uyarmak, şevklendirmek, gayretlendirmek sana."

Bu alıntı ve devamı, belki de Osmancık romanının, romanı okumayanlar tarafından bile bilinen bir boyutunu teşkil eder.

Şeyh Ede Balı’nın bey olduktan sonra Osmancık’a verdiği tavsiyeler, romanın kendisinden daha meşhur hale gelmiş, pek çok yerde sık sık kullanılır olmuştur.

🌿 Bursa Gümüşlü Kümbet 🌿
Uludağ’ın eteklerinde, zamanın ihtişamını sessizce taşıyan Gümüşlü Kümbet, Osmanlı'nın kurucusu Osman Gazi’nin ebedî istirahatgâhıdır. Rivayete göre Osman Gazi, fethettiği topraklara son kez bakarak burada defnedilmeyi vasiyet etmiştir. Sade ama derinlikli mimarisiyle göz alan kümbet, taş işçiliğindeki zarafet ve çevresini saran manevi atmosferle, ziyaretçilerini tarih içinde zarif bir yolculuğa çıkarır. Her bir sanduka, Osmanlı hanedanına dair sessiz bir hikâye fısıldar.

🕊 Bursa’nın Fethi (1326) 🕊
Tarihin altın sayfalarından biri, 6 Nisan 1326'da Bursa’nın fethedilmesiyle yazıldı. Osman Gazi'nin hayalini, oğlu Orhan Gazi sabırla, stratejiyle ve kararlılıkla gerçeğe dönüştürdü. Yıllar süren kuşatmanın ardından fethedilen Bursa, Osmanlı'nın ilk başkenti oldu. Bu fetihle birlikte sadece bir şehir değil, aynı zamanda bir medeniyet doğdu. Bursa, taşlarına sinmiş hikâyeleriyle Osmanlı'nın ruhunu taşımaya bugün de devam ediyor.

🕰 Bursa Saat Kulesi 🕰
Tophane sırtlarında, şehrin zamanla kurduğu bağı simgelercesine yükselen Bursa Saat Kulesi, hem gökyüzüne hem de tarihe tanıklık eder. Sultan II. Abdülhamid döneminde inşa edilen bu zarif yapı, sadece zamanı ölçmekle kalmaz; aynı zamanda geçmişin sesini bugüne taşır. Rüzgârın gövdesine dokunduğu her an, sanki Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan yolculuğun ritmini fısıldar. Etrafını saran ağaçlar ve uçsuz bucaksız Bursa manzarasıyla Saat Kulesi, hem ruhu hem zamanı durduran bir güzelliktir.