6 Mart 2025 Perşembe

BURSA'YA DAİR RİVAYETLER/SÖYLENCELER

 Rivayet odur ki…/Bursa efsaneleri



Hayal gücünden doğar, ağızdan ağıza şekillenir, kulaktan kulağa aktarılır efsaneler… Çok çok eski zamanlara, pek muhterem zatlara dayanır, nesilden nesile ulaşırlar. İnsanlığın ilk gününden bu yana anlatılır durur türlü hikâyeler… Bursa’nın da nasibini aldığı nice söylenceler…

Evliyalarıyla ünlü Bursa’nın, en eski zamanlarından bu yana anlatılan öyle çok efsanesi var ki… Karagöz ve Hacivat’tan tutun da dillere destan, dünyaca bilinen hamamlarına kadar ulaşır bu söylenceler. Şehrin nasıl kurulduğu, semtlerinin adının nereden geldiği, vakt-i zamanında Bursa’da yaşayan kişilerin kente kattıkları, tarihi yapılarının gizemleri gibi bilgiler hep bu söylencelerde gizlidir. Bazıları, yaşlı genç herkes tarafından anlatılır, söylenir de bazıları az bilinir, daha az dillendirilir.

Oğuz Destanı, Ergenekon Destanı gibi en bilinen Türk efsaneleri, tanrıların hikâyeleriyle dolu Yunan mitleri; günümüze belli tarihlerde kutlanan bayramlar, festivaller olarak yansımış Hint efsaneleri ve daha niceleri… Yeryüzünde var olan her milletin kendine has efsaneleriyle dolu tarihleri… Kâinatın nasıl var olduğunu da bulursunuz bu efsanelerde, insanın nasıl yaratıldığını da… Günümüze kadar ulaşan batıl inançların kaynağı da olabilirler, milli kutlamaların ya da yasların kaynağı da… Belki ülkelerindeki egemenliklerini korumak isteyen kralların, sultanların, halklarını korkutmak için anlattıkları belki de mucizelere inanmak isteyen insanların uydurdukları hikâyeler… Kim bilir, belki de tamamen gerçekler…

Süleyman’ın mührü, Belkıs’ın cenneti  

Derler ki; vaktiyle her Süleyman’dan içeri bir “Hazreti Süleyman” varmış. Alnında Peygamberlik nuru, başında hükümdarlık tacı yanarmış. Allah ona “Mühr-ü Süleyman” denen, tılsımlı bir mühür ihsan etmiş. Bu sayede dağa taşa hükmeder olmuş. Oturduğu taht ne altın ne fildişi; ya cin ya peri işi tahtırevanmış. Böylece dünyanın dört bir yanını dolaşarak ağlayanla ağlar, gülenle gülermiş. Günlerden bir gün tahtına kurulmuş; sağ vezirini sağ tarafına, sol vezirini sol tarafına alarak havalanmış. Gökler, dağlar eğim eğim eğilmiş, yollar erim erim erimiş. Göz açıp kapayıncaya kadar varmış dağların dağı Uludağ’ın tepeciğine. Bir bakmış ki bu dağın bir kanadı ses, bir kanadı renk, bir kanadı su, bir kanadı ışık… “Yaratan neler yaratıyor” demiş. Sağına dönmüş sağ vezirine “A vezirim sen çok gezdin, çok gördün. Bakınca, bu yerleri nasıl buluyorsun?” diye sormuş. Sağ vezir “Ey benim sultanım efendim, Allah her güzelliği buraya vermiş ama bunları görüp duyacak, derleyip koklayacak biri olmadıktan sonra neye yarar?” deyince, Hazreti Süleyman bu söze mührünü basmış. Sol vezirine dönüp “A benim vezirim, sen çok gördün çok yaşadın. Dünyada bu güzellikten üstün bir güzellik var mı?” diye sormuş. Sol vezir de “Var sultanım var. Öyle dal dal ötüşen kuşların sesi güzeldir ama gönül yaylasını saran insan sesi daha güzeldir. Su pırıl pırıl, gökyüzü güzeldir ama hiçbiri ayın on dördü sultan gibi ay ile bahsedip gün ile doğamaz” demiş.

Hazreti Süleyman, bu söze de mührünü basmış. Son sözü kendi alıp “Ey benim vezirlerim bu yerlerin bir insan eksiği var dediğiniz gibi bu güzellikleri görüp duyacak biri olsaydı böyle kaybolup gitmezdi, bu bir. Üstelik bunlara her güzellikten üstün insan güzelliği katılırdı, bu iki. Şimdi siz de benim bu sözüme bir mim koyarsınız; şu yaylaları yurt edinelim, saray yaptıralım, köşkü beraber içinde bahçesi, suyu beraber… Bu saraya güzeller güzeli Belkıs’ın tahtını kuralım, bu bahçeye de dilediği gülü, bülbülü konduralım” demiş. Vezirler mim koymaya kalmadan bir taş, dile gelip “Belkıs, Belkıs” diye inim inim inlemiş. Hazreti Süleyman o saatten tezi yok perilerini başına toplayarak konuşacakken perilerden biri niyetini anlamış. Başlamış anlatmaya: “Ya Süleyman; ‘Can Kavmi’ denilen bir kavim buralara bir şehir kurmuş ama “Cin” kavmi denen bir kavim de bu şehre göz koymuş. Bin yıl dövüştüler, sonu ne onlara kaldı ne bunlara. Tufan gelip sular altında bıraktı şehri. İşte bu dağın eteğinde gördüğün göller göl değil, tufanda göllenip kalmış sudur. O şehir de sözüm ona bu göllerden birinin altında yatıp duruyor”. Hazreti Süleyman bunları duyunca Mühr-ü Süleyman’ı basmış. Vezirler de birer mim koymuşlar söze. Bunun üzerine su perileri sulara dalmış, suları boşaltıp can şehrini çıkartmışlar. Dağ perileri dağlara tırmanıp getirecekleri kadar mermer taş, mermer direk, bir saray kurmuşlar. Onlar köşkü ile, bahçesi ile, suyu ile periler uğraşırken; Hazreti Süleyman, kuşun kanadında dört bir yana haber gönderip cümle ela gözlülere “buyur” etmiş. Nerede var, nerede yok ela gözlüler de gelmiş bu şehre yerleşmiş. Belkıs Sultan da varmış sarayına, tahtına kurulmuş. Şehir de şehir olmuş. Sağ vezir sağ gözüyle görmüş. “Cennet burası” demiş. Meğer sol vezirin kulağı biraz ağır işitirmiş. Sağ vezirin sözünü “Cennet Bursa” anlamasın mı? O gün bugün bu şehrin adı “Bursa” kalmış.

Birinci Murat’ın sırrı

Söylenceye göre Murat Hüdavendigar, yaptırdığı caminin inşaatında işçi olarak çalışmış. O tarihlerde de Sırp kralı elçisini Bursa’ya göndermiş. Elçi, Murat Hüdavendigar’ı, inşaatta çalışırken bulmuş ve ona Sırp Kralı tarafından gönderildiğini, kralının savaş istediğini söylemiş. Padişah sinirlenerek “Bana bakın, ben burada Allah’ın evini yaptırıyorum, bu inşaat bitmeden beni harbe mecbur kılmayın, aksi halde kralının iki gözünü çıkartırım” demiş. Bunları söylerken iki parmağını da havada sallamış. Ülkesine dönen elçi, kralına bu haberi vermek için saraya dönünce, kralın iki gözünün de çıkartıldığını ve yüzünde harç izleri olduğunu görmüş.

1. Murad Han

Beyaz atlı savaşçı

Anlatılan o ki; zamanın birinde Yıldırım Beyazıd savaşa gitmiş. Yıldırım Beyazıd’ın damadı olan Emir Sultan ise Bursa’dan ayrılmamış. Bu duruma Yıldırım Beyazıt’ın karısı ve Emir Sultan’ın kızı çok içerlenmiş. Hatta karısı, Emir Sultan’a “Sana yakışıyor mu? Babam harp meydanında savaşıyor, sen buradasın” diye isyan etmiş. Emir Sultan da “Hanım bizim harbe gidecek zamanımız henüz gelmedi. Allah kısmet eder, izin verirse, o zaman da gelecek.” diye karşılık vermiş. Birkaç gün sonra çadırında otururken çadırın bir ucunu kaldıran Emir Sultan, karısına savaş meydanını göstermiş. Bakmışlar ki Yıldırım Beyazıd ayağından yaralanmış. Ordusu da yenilmek üzere, Emir Sultan karısına “Şimdi Allah’ın izniyle babana yardıma gidiyorum” diyerek hanımının başörtüsünü almış ve ortadan kaybolmuş. Bu sırada savaş meydanın da beyaz bir atlı belirmiş. Beyaz atlı savaşçı, önüne çıkan düşmanı perişan etmiş. Kaybedilmek üzere olan savaş zaferle sonuçlanmış. Emir Sultan, evden çıkarken karısının başından aldığı çevreyi de Yıldırım Beyazıd’ın ayağına sarmış ve ortadan kaybolmuş. Zafer dönüşü Bursa’ya gelen Yıldırım Beyazıd, ilk iş olarak damadı Emir Sultan’ı huzuruna çağırmış. Hiddetle “Ben senin gibi karısının koynundan çıkmayan zavallı bir damat istemiyorum. Benim damadım halk meydanında düşmanı perişan eden o beyaz atlı gibi bir yiğit olmalıydı.” demiş. Emir Sultan, af dilemekle yetinip, beyaz atlının kendisi olduğunu açıklamamış. Orada bulunan Hundi Hatun, babasının bacağına sarılı olan örtüyü hemen tanımış. “Hayır baba! Bacağınızdaki çevreye bakın, o benim çevrem” demiş. Padişah bacağındaki çevrenin kızına ait olduğunu öğrenince kendisine yardım edenin Emir Sultan olduğunu anlamış.

Yıldırım Bayezid Han

Bir atlarsın Çekirge, iki atlarsın Çekirge…

Seslendiren: Doruk Yıldız                                   


Efsane bu ya; bir zamanlar Bursa’da “Çekirge” adında fakir bir adam yaşarmış. Bu adamcağız, sabahtan akşama kadar hamam kapısının önünde bekler, sadaka dilenirmiş. Günün birinde hamamda kadınlardan biri küpelerini kaybetmiş. Bütün hamam telaşla kadının küpelerini aramaya başlamış. Çekirge, kadına “Yıkandığın kurnanın yanında ufak bir delik var, dökülen saçlarına sarılı olarak küpelerin orada durmaktadır” demiş. Hamamdaki bütün kadınlar büyük bir heyecanla koşmuşlar, Çekirge’nin dediği yerde küpeleri bulmuşlar. Bu olaydan sonra herkes ona gelecekle ilgili sorular sormaya başlamış. Zamanla ünü o kadar yayılmış ki bu ün Sultan Murad’ın kulağına gitmiş. Padişahın huzuruna getirilen Çekirge, kendisine sorulan iki soruya mükemmelen cevap vermiş. Sıra üçüncü soruya gelince Sultan Murad, kapalı olan elini ona doğru uzatıp “Söyle bakalım elimde ne var?” diye sormuş. Böyle bir soru beklemeyen adam bir süre düşünmüş ve çaresizliğe düşerek “Bir atlarsın Çekirge, iki atlarsın Çekirge…” derken padişah elini açmış ve elinden bir çekirge atlamış. Bu olaydan sonra kendisine Çekirge Sultan lakabı verilmiş ve padişahın baş müneccimi tayin edilmiş.

Yeni Kaplıca, Kükürtlü, 1890


Bursalıların “iyi” bildiği…

Bir söylenceye göre; günümüzde kullanılan kaplıcalardan olan Karamustafa Kaplıcası’nın adı, Bursa’da yaşayan, çok sevilen, iyi tanınan ve iyi bilinen yaşlı bir zattan emanetmiş. Adı “Kara Mustafa Sultan”ın olan bu zat; aksakallı, evliya kişilikli bir adamcağızmış. Son derece iyi bir insan olarak bilinen ve anlatılan bu kişiden hiç kimseye kötülük gelmezmiş. Hatta söylenen o ki; ondan bir ricası olan insanlara da elinden geldiği kadar yardım etmeye çalışırmış. Kaplıcada adak adayanlar ve dileği gerçekleşenler daha sonra hamamı kapatır, kendi komşu akraba ve tanıdıklarını hamama götürürmüş.

Gönül alan hatıra

Rivayet odur ki; 6 Nisan 1326 yılında Bursa’nın fethinden sonra devletin ileri gelenleri Orhan Gazi’nin huzuruna varıp, başarısından dolayı kendisini tebrik ederlermiş. Onu kutlayanlar arasında Baba Sultan’ın (Geyikli Baba) olmayışını fark eden Orhan Gazi bu duruma çok üzülmüş. Orhan Gazi’nin üzüldüğünün haberini alan Baba Sultan da zaferi kutlamak için sırtına bir kavak fidanı alıp çıkmış yola. Gitmiş, o fidanı, Osmanlı ordularının şehre girdikleri yere dikmiş. Derler ki o fidan; bugün Bursa Hisar içi olarak bilinen bölgedeki Kavaklı Caddesi üzerinde, Kavaklı Cami’sinin hemen önünde bulunan ağaçmış.

Rivayet odur ki…/Bursa efsaneleri

Kaynak: Bursa İl ve Kültür Turizm Müdürlüğü

Fotoğraflar https://www.dergibursa.com.tr/rivayet-odur-ki-bursa-efsaneleri/ adlı yazıdan alınmıştır.


5 Mart 2025 Çarşamba

MEKÂNLARIN İZİNDE: BURSA BURSA İÇİNDE/ŞABAN AKBABA

 MEKÂNLARIN İZİNDE: BURSA BURSA İÇİNDE

“Su” ayetiyle başlar Bursa Suresi su gibi akar zamana koşut...” “Ayazma Fısısltıları”ndan çıktım yola. Mudanya’nın uzak sahillerindeki  “Kutsalsu” diyarından. Son altı yıldır oradaki barakamda sürdürüyorum yazı çalışmalarımı. Bir başka esin kaynağımdır Kutsalsu. Yaz bitti, bir süreliğine Bursa’ya döneceğim. “Mekânların Diliyle Bursa”yı anlamaya ve anlatmaya…Ta da buradan başlıyorum; biraz da beni anlayan ve anlatan “Yazın (Edebiyat) Harmanı”mdan… Sihirli Pınar, Eşref ’in Böceği, Bağdatlı Maymun, Afacan Maymun adlı çocuk kitaplarım, Deri’n adlı romanım, Deli Cin Diyor ki adlı öykü kitabım ve Çinikitap Dergisi’nde aynı adla yayımladığım yazılarım, bu sahillerinin ürünüdür. Çinikitap’ın 19. sayısındaki “Ayazma; Bursa’daki Son Yazın (Edebiyat) Harmanım” başlıklı yazımda şöyle betimlemişim büyüleyici esin mekânımı: Kentin, şimdilik bana yetişemediği, Marmara Denizi’nin sürekli serinlik üflediği, dalgalarla oynaşan bir deniz kıyısı. Kuzeyi; kimi zaman masmavi, kırışıksız bir çarşaf, kimi zaman lacivert ve gizemli bir uzay atmosferi, kimi zaman ekşi suratlı bir cadaloz gibi görünen, kimi zaman da ışıl ışıl gülümseyen Marmara Denizi’yle; güneyi Ayazma(Kutsalsu) köyünün üzerine oturduğu, zeytin bahçelerinin, ayçiçeği tarlalarının, soğan tarhlarının, taflanların, meşe, çam ve ıhlamur ağaçlarının süslediği yaz, kış yeşil ve rengârenk duran tepelerle çevrili...

İki seçeneğim var. Ya, Şükrü Bilgiç’in “Öykü Tepesi’nin de bulunduğu Tirilye (Üçpapaz ya da Kırmızıbalık) üzerinden Mudanya Bursa yolunu

6 Şaban Akbaba’nın ( Osmangazi Bel. Yay.,2003 “ A.H. Tanpınar Şiiri ve 2002 Bursa Şiirleri”adlı kitapta yer alan) ”Bursa Suresi” adlı şiirinden.

izleyeceğim ya da Ayazma, Çamlık, Çayönü, Hürriyet, Taşpınar köyleri geçildikten sonra ulaşılan ve Apolyont Gölü’nün de üzerinde bulunduğu İzmir-Bursa yolunu... Bu yazı serüvenimde ikinci yolu izleyeceğim.

Bursa’nın, Bursa dışında kalan yeşil doğasının içindeki büyüleyici manzaralarla bezeli bu köylerden sonra, erkekleri de çorap dokuduğu için adı, “çorapçı köy”e çıkan Yenikaraağaç köyünden geçerek, Bursa yönünde İzmir yoluna çıkıyorum. Yol, Bursa Ovası boyunca, bir sonsuzdan gelip bir sonsuza ulaşmak istercesine ip gibi uzayıp gidiyor. Çevresinde Bursa’nın gülü çiçeği, dağı bağı, tarlası tapanı… Derin düşüncelere savruluyorum. Kim bilir kaç yüz yıldır ne hikâyeler yaşanmıştır üzerinde. Yalnızca bir patika olduğu ya da öküz, at arabalarının gidebileceği genişliğe ulaştığı günlerde başka; stabilize, şose veya asfalt olduğu zamanlarda başka… Neler gelip geçmiştir üzerinden; ne insanlar, ne savdalar, ne acılar, ne sevinçler… Ne diyordu büyük ozan Ruhsati: “Hele düşün devri Adem’den beri/ Kimler gelip geçmiş say deli gönül/…”

Birkaç kilometre sonra Gölyazı tabelasını görüyorum. Gölyazı, tıpkı adının anlamı gibi bir yer. Gölün üzerine atılmış bir imzaya benziyor. Karadan, iki yanı sularla kuşatılmış, daracık bir köprü-yolla gölün ortasındaki köye ulaşıyorum. Bir yarımada bura. Kuş yuvası gibi. (Almanya’nın Mölln’ünü hatta Schwerin’ini anımsıyorum. Bir farkla; onlar çok bakımlı.) Çevresini saran gölün sevda dolu mitolojik öyküsü dilden dile dolaşarak bana ulaşıyor:

Denizi’nin güneyinde bulunan Odryses Çayı, Bandırma’dan denize dökülürmüş. Bugünkü Apolyont Gölü’nün olduğu yerde Apollonia Krallığı, Odryses Çayı’nın bulunduğu yerde de Melde Krallığı kuruluymuş. Melde Kralı, Apollonia kralının kızını, oğluna istemiş. Ancak kız, prensle evlenmeyi kabul etmemiş ve babasının bir tepede yaptırdığı saraya saklanmış. Onuru kırılan Melde Kralı, Odryses Çayı’nın yolunu değiştirip Apollonia kentinin bulunduğu topraklara akmasını sağlamış. Böylece Apollonia toprakları sular altında, prensesin sarayı da sularla çevrili bir adada kalmış. O adada kurulan köyün adı Gölyazı, oluşan gölün adı da Apolyont Gölü’dür. Bir de ağlayan çınarı var Gölyazı’nın. Mübadelede yurdundan ayrılmak zorunda kalan bir Rum gencin sevgilisinin çınara dönüşmesinin öyküsüdür. Kısacası kavuşamama öykülerinin yani ki hüzünlü aşk öykülerinin mekânıdır Gölyazı.

O gün Gölyazı Yazıevi’nin açılışı varmış. Bu rastlantıya seviniyorum. Açılış, Nilüfer Belediyesi’nin onarıp Gölyazı Kültür Merkezi olarak hizmete sunduğu Hagios Kostantinos Kilisesi’nde yapılıyor. Açılışın onur konuğu Cevat Çapan güzel bir konuşma yapıyor. Bursa’dan ve Bursa dışından birçok şair ve yazar da orada. Kimler yok ki… Turhan Günay, Cevat Çapan, Halil İbrahim Özcan, Müslüm Çelik, Hilmi Haşal, Şaban Akbaba, Güney Özkılınç, Pelin Yılmaz, Şafak Pala, Muharrem Sönmez, Ali İpek, Süreyya Akçay. Bir de İsveçli çocuk kitapları yazarı bayan Asa Lind. Bayan Lind, Yazıevi’nin ilk yazar konuğu. Bir aylık yazın çalışmasını orada sürdürecek. Bunun için her türlü yaşam olanağı sunulmuş. Tanışıyoruz. Sıcakkanlı bir insan. “Gölyazılı kadınlar bana çok iyi bakıyorlar, “diyor konuşmasında. “Hasta olmuştum, çorba getirdiler. Gösterdikleri sevgi ve saygıyla beni iyileştirdiler.” Kısacası Gölyazı Yazıevi önemli bir Bursa mekânı olarak Bursa tarihinde yerini almış oldu.

Yoluma devam ediyorum. Uludağ’ın dört mevsim karlı, buzlu zirvesi selamlıyor beni. Nâzım’ın şiiri düşüyor aklıma:

“Yedi yıldır Uludağ’la göz göze bakışır dururuz

Ne o kımıldanır yerinden, ne de ben

Lâkin birbirimizi yakından tanırız

Gerçekten yaşayan her şey gibi

Kızmasını ve gülmesini bilir.”

Üzerinde altmış kadar kilise, şapel v.b. Hıristiyan mâbedinin bulunması nedeniyle Keşişdağı olarak da adlandırılan Uludağ’ın Zeus’a kadar uzayıp giden mitolojisiyse büyüleyici: Öykü, en büyük tanrı sayılan Zeus’un diğer tanrılarla bazı toplantılarını burada yaptığına dairdir. Bu yüzden “tanrılar otağıdır” Uludağ. Kutsaldır, güzeldir, etkileyicidir, Bursa’nın en görkemli ve gözde simgelerinden biridir. Nice şaire, yazara esin kaynağı olmuştur:

İlk adı Olyımpos, Zeus yaylağı

son adı Uludağ, tanrılar dağı

“gökyüzü senatosu orda toplandı”7

Tazecik gelindir kış boyu beyaz

7 Homeros’un İlyada adlı destanından bir dize... Homeros’a göre Zeus’un bu toplantıyı yaptığı Olympos,Yaunanistan’daki,ama başka kimi yorumculara göre de Bursa’daki Olympos’tur.

baharda yeşilli, nazlı, zilli kız

yazın serin yaylasıdır sevdanın

sonbaharda binbir rengin yorumu:

(Bursa Suresi, ş.a.)

Yolun sonuna geldim. Artık Bursa’ya girebilirim. Ama hangi kapısından?... Çünkü Bursa’nın Hisar Kapısı, Kaplıca Kapısı, Pınarbaşı Kapısı, Zindan Kapısı ve Yer Kapı gibi beş kapısı bulunmaktadır. Bu kapıların hepsine tarihiyle, kültürüyle büyük saygım var. Ama ben bu kente kültür kapısından girmek istiyorum. Biri, tarihsel süreç içinde oluşagelen genel-kadim kültür kapısı olmak üzere, bilinen üç kültür kapısından biri olan Buyaz kapısını seçiyorum. Oradan giriyorum. Oradan girince birçok güzel insanla, birçok değerli mekânla karşılaşıyorum. Buyaz’ın kurucularından yazar Melih Elal örneğin. İnsan güzeli bir insandı. Şair Mehmet Kaplan, Metin Güven, Bahri Çokkardeş, gazeteci, yazar Yılmaz Akkılıç, Buyaz’a gönül ve destek veren Bursa değerleriydi. Yaşayanlardan şair Nuri Demirci, Hilmi Haşal, Halide Yıldırım, İhsan Üren, Cüneyt Özkurnaz, Hüsam Kurt, Halime Yıldız, Muharrem Sönmez, Süreyya Akçay, Gülsün Işıldar, şair yazar Nadir Gezer, Erdem Katırcıoğlu, Güney Özkılınç, yazar Pelin Yılmaz, Nahit Kayabaşı, Şafak Pala, Nursel Aras, Kemal Selçuk, Şükrü Bilgiç, Nurhan Şahinkaya, Fehmi Enginalp, Hakan Akdoğan, Süleyman Diyaroğlu…

Yazarlar Birliği Bursa Şubesi kapısından girmiş olsaydım Bursa’ya; yine Mustafa Efe, Mustafa Muharrem, Cevat Akkanat, Metin Önal Mengüşoğlu, İhsan Deniz, Yasin Doğru, Cahit Çollak, Mustafa Başpınar gibi birçok saygın kültür, sanat insanıyla; mekân olarak da Seyyit Usul Tekkesi’yle karşılaşacaktım.

Bursa’ya Buyaz kapısından girince Nâzım Hikmet Kültürevi adlı kültür mekânı karşıladı beni en önce. Hem de kentin ta batı ucunda. Her yıl yüzlerce etkinliğin yapıldığı, onlarca şairin, yazarın, bilim ve sanat insanının ağırlandığı, kent kültürüyle canlı alışverişin gerçekleştiği bu mekân ve yine birçok Buyaz etkinliğine ev sahipliği yapmış Konak Kültürevi… Her ikisi de Bursa’nın ve benim Bursalı kimliğime ciddi katkı yapmış, Bursa’yı erdemsel düzeyde anlatan mekânlardır.

Nazım Hikmet’te Ara Güler’in “Edebiyatçı Portreleri” adlı sürekli yaşayan sergisine konuk olarak ülkemizin önemli şair ve yazarlarıyla hasbihal ettikten sonra Bursa’nın sıcak ve termal hamamlar bölgesi Çekirge’ye düştü yolum. Tıpkı Bizans Kraliçesi şehvetli Teodora gibi dört bin kişilik koruma ordusu eşliğinde kaplıcaların birinde (Eskikaplıca’da örneğin) saatler süren bir banyo keyfi yapmak da vardı ama ne yazık ki buna zamanım yoktu. Bir an önce Karagöz Hacivat anıtını ziyaret ederek onları anmalı ve yoluma devam etmeliydim.

Karagöz ve Hacivat’la helâlleştikten sonra Pirinç Han’a, oradan da Koza Han’a yollanıyorum. Özellikle Koza Han, Buyaz bağlamında önemli bir Bursa mekânı olarak Bursa kentinin sanat belleğinde özel bir yer tutuyor. On yıldan beridir Bursa kent kültürüne nitelikli katkılar yapan Buyaz, etkinliklere Bursa dışından davet ettiği konuklarına, unutulmaz bir Bursa simgesi, önemli bir kültür ve tarih mekânı sunmak istediğinde onları Kozahan’a buyur eder. Bursa’nın tadının, Kozahan’da içilen kahveyle anımsasınlar; Bursa’yla dostlukları en az kırk yıl daha sürsün diye… Kozahan’a gelmişken Ulucami’nin Bursa’yı tümüyle etkisine alan mistik atmosferini yaşamamak büyük bir yoksunluk ve hatta yoksulluk olur, diye düşünerek, kendi tarihimdeki Ulucami’ye dönüyorum yüzümü:

“Sırada, üç yöne bakan üç kapısından da ziyaretçi kabul eden Ulucami’si vardı Bursa’nın. İçine girilip karşıdan karşıya, köşeden köşeye uzayıp giden geniş ve renkli ibadet alanına, yavaşça yükselen, yükseldikçe anlam kazanan heybetli direklerine, kubbelerinin gizemli oyuntusuna ve onları ışık oyunlarıyla büyüleyen vitrayın görkemli örnekleriyle süslü pencerelerine bakıldığında insana sonsuzluk duygusu veren serin ve huzurlu bir İslam kutsalı. Mistik tarihinin Bursa’ya en güzel armağanlarından biri. Karşılıklı açık duran kapı ve pencerelerden sızan hava serin bir akıntıya dönüşüp camiyi bir uçtan öbür uca kat ederken, caminin ortasındaki şadırvanda şakırdayan suyun tatlı ninnisini ve tozanlarının ışık oyunlarını da beraberinde taşıyordu. Her kubbenin ortasında gökyüzünün derinlerinden gelip yeryüzünün derinlerine doğru sarkıyormuş gibi görünen büyük, görkemli, ışıklı avizeler caminin gizemini çoğaltan diğer unsurlardı. Bir de kokusu vardı Ulucami’nin... Her soluyanın beyninde özge bir iz bırakan Ulucami kokusu… Sürekli okunan Kur’an’ı Kerim’in şifresel sözleri ve onun büyüleyici etkisini artıran güzel sesli imamın hüzünlü tonlamaları da bütün bunlara eklenince insanda sonsuza kadar burada durmak, Kur’anı Kerim’i ve ona eşlik eden suyun gizemli sesini dinlemek, onlarca metre yükseklerdeki biçim biçim, renk renk vitraylardan süzülen ışığın bin bir dilden, bin bir telden oynaşmasını izlemek; insanın, evrenin büyüklüğü karşısında ne kadar küçük bir varlık olduğunun kanıtı gibi bir köşeye çekilip oturmak, kendi kendine dönmek, kendi içinde yok olmak isteği uyanıyordu. Böylesine büyük bir etki gücüne sahip Ulucami’nin mistik havasına adım attığımız o an, Heike’nin heyecandan titremeye başladığını gördüm. Giriş kapısındaki görevlinin, başı açık bayanların başlarını örtmeleri gerektiğini söyleyerek ipekli başörtüyü eline tutuşturması üzerin heyecanı daha da arttı. Önce ne yapacağını şaşırdı. Sonra titreyen elleriyle örtüyü başına bağladı. Örtü öylesine güzel bir hava verdi ki Heike’ye, kendisini göremediği için o değil, ama bu kez ben şaşırdım. Başka bir renge bürünmüştü yüzü... Neredeyse yapma bir bebek gibi görünüyordu. O kadar çocuksu, temiz ve güzel... Bir yanıyla, Lübek’teki St.Marien Kilisesi’nde gördüğümüz İsa’nın Son Yemeği’ adlı kabartma tablodan çıkmış İsa’nın Maria Magdelana adlı bayan havarisine; öte yanıyla da bizim kutsal öykülerde betimlenen meleklere benziyordu. Onu böyle gördüm ve kendisine söyledim. Çok sevindi.”8

8 DERİ’N, ş.akbaba, roman, Sone Yay. 400 sayfa.

Ulucami’den sonra bütün varlığımla tarihimizin içinde buldum kendimi. Bir an için Viyana’daymışım gibi duyumsadım. Bursa’nın Hanlar Bölgesi’yle Viyana’nın kent merkezindeki tarihi yapıtları, sosyokültürel mekânları nasıl da birbirine benziyor! Bir baştan girildiğinde handan hana, saraydan saraya, medreseden medreseye, bahçeden bahçeye derken kentin en önemli mekânlarını bir çırpıda yaşayıveriyorsunuz.

Bursa da öyle. Padişah II. Murad’ın, Muradi mahlasıyla şiirlerinin pek çoğunu kaleme aldığını düşündüğüm Hisar’daki kaleden, Balibey Hanı’na, Pirinç Han’a, Ulucami külliyesine, Koza Han’a, Emir Han’a, Tuz Han’a, Fidan Han’a, Geyve Han’a, Bedesten’e, Kapan Han’a, İpek Han’a…

Oradan, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın avlusunda oturarak “Bursa’da Zaman” adlı şiirini yazdığı Orhan Bey külliyesine, Uzun Çarşı’ya, Tuz Pazarı’na, Okçular Çarşısı’na, Kayhan Çarşısı’na, Kayhan Hamamı’na, Hafsa Sultan Camisi’ne, Çengnâme adlı büyük divanın yazarı Ahmet Dai Camisi’ne, Gökdere Medresesi’ne, Kamberler’deki Sitti Hatun Camisi ve Sıbyan Mektebi’ne, Hatice İsfandiyer ve Ebu İshak Camilerine, ünlü Irgandı Köprüsü’nden geçerek İncirli Hamamı’na, Yeşil Cami’ye, Yeşil Türbe’ye, Emir Sultan Külliyesi’ne, Molla Yegan Türbesi’ne Yıldırım Beyazit külliyesine… derken koca bir kenti, yüzyıllar süren tarihiyle yüzleşerek yaşamış oldum. Böylesine yoğun bir tarihi kültürel mekânlar şeridinin, etkileyici atmosferinden, bütün bunları düşünerek geçtiğimde muhteşem bir duyguyla Bursalı olmuşluğumun gururunu ve sevincini yaşadım.

Aslında bu süreç, rahmetli babamın 1982 yılında Bursa’ya gelişiyle başlamıştı. Orhaneli’nin Eskidanişment köyünde (sürgün edilmiş) öğretmendim. Babam beni görmeye gelmişti. Çevremizde “Halife” olarak anılan babamın benden istediği tek şey; ünlü Bursa camilerini, hanlarını ve medreselerini gezdirmemdi. Öyle yaptık. Bir hafta sonumuzu Bursa gezimize ayırdık. İki gün süren o gezimize, Osmanlı’nın kurulduğu Hisar’dan başladık. I.Murad Hüdavendigâr Külliyesi’nden, Osman ve Orhan Bey Türbelerinden, Temurtaş Külliyesi’nden devam ettik, Ulucami’de epeyce zaman geçirdikten sonra, Kozahan’da birer çay içtik, Bursa’da yapılan ilk cami olan Orhanbey Cami’sine(1339) uğradık. Sonra Yeşil, Emir Sultan, Yıldırım Beyazit cami ve medreselerini ziyaret ettik. Her camide iki rekât namaz kıldık; ailemizin, ülkemizin ve insanlığın geleceğinin güzel olması için dua ettik.

Bu hanların, medreselerin birer atölye gibi Bursa bilim, kültür ve sanat üretiminde önemli yer tuttuğunu; örneğin Bakırcı Raşit Mehmet(13.yy.)’in, Zübdetü’l Vekayi Der Belde-i Celile-i Bursa adlı vefeyetnâmesi(ölmüşler biyografisi)ni kale içindeki Lala Şahin Paşa Medresesinde, İsmail Beliğ’in İpekhan’da, Lamii Çelebi’nin Emirhan’da Bursa Şehrengizlerini kaleme aldıklarını rahatlıkla söyleyebilirim. Atai, Şakaik-i Numaniye adlı şuara tezkiresini (şiir antolojisini) belki de Kapanhan’da tamamladı. Süleyman Çelebi Vesilet-ün Nacat’ini hangi handa ya da medresede yazdı acaba? Ama Bursa sürgünü, tasavvufçu Niyazi Mısri’nin, bugün de şarkı olarak dillerde dolaşan, “Bakıp Cemâl-i Yare” başlıklı (“Bakıp cemâl-i yare çağırırım dost dost/ Dil oldu pâre pâre çağırırım dost dost.”) şiirini, Gökdere Medresesi’nde yazdığını tahmin edebilirim.

Bursa’yı yaşadıkça, algıladıkça, kavradıkça anlıyordum ki hiçbir şey öyle kolayına ya da kendiliğinden gerçekleşmiyor. Tarihiyle, tarihi boyunca yerli, yabancı sürgünlere kucak açan sosyal yapısıyla, mimari yapıtlarıyla, kültürel sanatsal birikimiyle büyük bir kültür harmanı olan Bursa; Osmanlının ilk yüz yılını Osman Bey, Hüdavendigâr Murad, Yıldırım Beyâzid, Emir Süleyman Çelebi, Sultan Mehmed Çelebi, Sultan II. Murad gibi şair Padişahların yönetiminde ve başkent olarak yaşamıştır. En büyük yöneticisi şair olan bir ülkenin, kentin en önemli kalıtlarından biri de kültürel-sanatsal birikim olur elbet. Nitekim, ünlü şehrengizleri (kent övgüsü)9, vefeytnâmeleri (ölmüşler biyografisi)10, şuara tezkireleri (şiir antolojisi)11, divanları, mesnevileri12, destanları13 ulusal kültürümüzün temel yapıtları olarak Bursa’nın görkemli ve katmanlı kültür yapısından üremiştir.

Bütün bu nedenlerledir ki ülkemiz yazınındaki ilk öykü de 16. yüzyılda Vahdiî tarafından Bursa’da yazılmıştır.14 

9 Toplam 48 şehrengiz bilinmektedir. Bunların yedi tanesi Bursa şehrengizidir. Şehrengiz-i Burûsa:Üsküplü Kılıççızade İshak Çelebi(16.yy), Şehrengiz-i Burûsa:Aşık Çelebi(Seyyid Pir Mehmed(16.yy), Şehrengiz-i Burûsa:Kadı Çalıkzade Mehmed Mâni(16.yy), Şehrengiz-i Burûsa:Konya Kadısı Bursalı Nazuk Abdullah(17.yy), Şehrengiz-i Cilve-i Resa ve Ayine-i Habun-ı Burûsa:İsmail 5.Beliğ(18.yy), Şehrengiz-i Burûsa:İsmail Beliğ(ikinci şehrengizi), Şehrengiz-i Burûsa:Bursalı Halili(Sarı Halil,18. yy), Şehrengiz-i Burûsa: Lamii Çelebi(15.yy.).

10 Ravzatü’l Muflihun: Gazzizade Abdullatif (13.yy.), Hulasatü’l Vefayat: Gazizade Abdullatif, Zübdetü’l Vekayi Der Belde-i Celile-i Burûsa: Bakırcı Raşit Mehmet(13. yy.), Gülzar-ı İrfan:Mehmet Fahreddin(13.yy.), Yadigar-ı Şemsi:Mehmed Şemseddin Efendi(14.yy.) v.d…

11 Şakaik-i Numaniye Atai(13.yy.). 20’si Bursalı olan 73 şairi kapsamaktadır.) v.d…

12 Ahmed-i Dâi: Çengnâme, Vasiyet-i Nuşirevân(mesneviler), Fasça Divan, Türkçe Divan. Süleymen Çelebi: Vesiletü’n Necât (Mevlid). Üftade Divanı, vd…

13 Battal Gazi ve Adülvahap Sancaktari destanları, Abdalan-ı Rum adı verilen gezici dervişlerin söylenceleri.

14 Hikâyet-i Hace Abdurraif, Hikayet-i Dendaniyye, Hikâyet-i Anabacı…….. Türkçesİ, “Anabacı Hikâyesi.”

Demek ki bunca edebi değeri de olan yapıtların üretildiği Bursa, bütünüyle bir edebi mekân konumunda olmuştur hep. Kimileri Hisar burcunda, kimileri türbelerde, kimileri medreselerde, kimileri camilerde, hanlarda, hamamlarda; kimileri de çağdaş kültür merkezlerinde yazıya geçirmiş ya da paylaşmışlardır yaşamlarından ve estetik birikimlerinden süzdüklerini. Karacaoğlan bile Bursa’yı böyle bilmiştir:

”Şu benim mekânım şu benim yolum

Aradım yuvayı Bursa’da buldun

Güzeller çok imiş eğlendim kaldım

Kokar menevşesi gülü Bursa’nın

Yolum Yeşil Cami’ye düşünce, o muhteşem yapıtın büyüsüne kapıldım.

Tarihimizdeki cami mimarisinin göz kamaştıran örneklerinden biri olan Yeşil Cami’de derin bir muammayla karşılaştım. İsterseniz biraz da siz kafa yorun bu girift tarihi gerçekliğe. “Mekânların Diliyle Bursa” deyince, Bursa’ya dil olmuş ama değeri bilinmemiş bir mekân daha var ki onlarca yıl anılması bile günah sayılmış. Eski Bursa Cezaevi’dir o mekân. Yaşamının beşte birini bu cezaevinde geçirmek zorunda kalan Nâzım, bütün dünya dillerinde okunduğu için Bursa’mızı ve ülkemizi dünyaya anlatan, tanıtan en önemli ve ünlü şiirlerini bu cezaevinde yazmıştı. Ama ne yazık ki o cezaevi, kültür merkezi ya da müze yapılacağına, yıkılmış; yerine yine cezaevine benzeyen kocaman bir beton yığını yapılmıştır. Dilerim bir gün, o cezaevinin taşları bulunup getirilir, yerine, tıpkısı yapılır ve Nâzım Hikmet Müzesi olarak dünya şiirinin ziyaretine açılır. Bundan Bursa kadar ülkemiz de kazançlı çıkar.

Bursa’ya Buyaz Kültür Kapısı’ndan girmiştim. Oradan devam ederek gezimi tamamlamak istiyorum. Kurucusu olduğum Bursa Yazın ve Sanat Derneği’nin(2004) etkinlik mekânlarından söz etmiş ama yarım bırakmıştım. Buyaz’ın varlığını sürdürdüğü iki önemli mekân daha var. Bunlardan biri, Setbaşı’naki, erkekler kısmı yıkılan Nasuh Paşa Hamamı’nın kadınlar kısmındaki “Gizli Bahçe” adlı antik sosyal buluşma mekânıdır. Buyaz birkaç yıl boyunca evrakları ve defterleriyle birlikte orada yaşadı, orada önemli etkinliklere imza attı. Birçok değerli şair ve yazarı orada ağırladı.

Daha sonra da Alp Kültür Merkezi’nde… Fehmi Enginalp’in sahibi olduğu Merkez, birçok etkinliğine ev sahipliği yaptığı gibi, birçok etkinliğin giderlerini de karşıladı. Günümüzde de yaşamını sürdüren Çinikitap adlı dergiyi de finanse eden yine Alp Kültür Merkezi’dir. Bu demektir ki Alp Kültür Merkezi, aynı zamanda, Çinikitap gibi önemli bir derginin de yaşam bulduğu, Bursalı, Buyazlı şair ve yazarların uğrak yeri, birbiriyle buluştuğu çay deminde söyleştiği önemli bir yazınsal(edebi) mekândır. 

Ayrıca Çağdaş Hukukçular Derneği, Tabip Odası, Ördekli Kültür Merkezi, Bursa Kitap Fuarı, Uğur Mumcu Sahnesi gibi Buyaz etkinliklerini ağırlamış başka bazı mekânları da anmadan geçmemeliyim. 

Bursa’da yazının(edebiyatın), ilk kez, bağımsız bir örgüt(lülüğ)e kavuşmasının da tanığı olan bu mekânlarda, Buyaz’ın Bursa dışından ağırladığı yerli/yabancı şair ve yazarlar arasında kimler yok ki… Gökhan Cengizhan, Osman Şahin, Sunay Akın, Ataol Behramoğlu, Orhan Karaveli, Özcan Karabulut, Mustafa Balel, Aslan Kavlak, Enver Ercan, Nilay Yılmaz, Gülsüm Cengiz, Aydın Şimşek, Sadık Aslankara, Mustafa Köz, Mavisel Yener, Fatih Erdoğan, Çiğdem Sezer, Cezmi Ersöz, Engin Özmen, Enver Ercan, Memet Güler, Murat Özyaşar, Nemika Tuğcu, Özgür Soylu, Füruzan, Özkan Mert, Şener Aksu, Tahir Şilkan, Yavuz Ekinci, Veysel Çolak, Sennur Sezer, Halil İbrahim Özcan, Bojidar Grozev (Bulgaristan), Dato Mağradze (Gürcistan), Niels Hav (Danimarka), Neşe Yaşın (Kuzey Kıbrıs), Durhan Hasan (Bulgaristan), İlkay Tuna, Alper Akçam, Eşref Yılmaz, Nazmi Bayrı, Roni War, Cemil Kavukçu, Füruzan, İnci Aral, Alper Akçam, Nermin Şenol Kalyoncu, Özgen Seçkin, Tacim Çiçek, Hayri K. Yetik, Turhan Günay, Başar Başarır, Jale Sancak, Alaattin Topçu, Ahmet Günbaş, Halim Yazıcı, Aslan Bayır, Aydın Öztürk, Muzaffer Özdemir, Aydın Yavaş, Aydın Şimşek, Hasan Güleryüz…

Bursa; engin kültürü ve zengin mekânlarıyla gönlümün sultanı, ikisi Bursa’da doğan üç çocuğumun büyüdüğü, bana onlarca kitap, yüzlerce yazı yazdıran, şiirce konuşarak ruhumu okşayan; doğa güzelliği, tarihi değerleri, mistik-mitoloıjik birikimiyle yazınsal kimliğimi besleyen ikinci doğum yerim; bu yolculuğumun son mekânıysa, tam yirmi yıldır yaşadığım Bursa’nın Erikli Mahallesindeki (303.sokak, no 16) evimdir. 

Bursa Bilim ve Sanat Merkezi, Z07 No’lu Oda, 2014.

Kaynak: Bursa Büyükşehir Belediyesi Kitaplığı / Mekanların Diliyle Bursa/Hazırlayan: Mustafa Başpınar

Proje Yürütücüsü / Bursa Araştırmaları Merkezi www.bursaarastirmalarimerkezi.org




3 Mart 2025 Pazartesi

OĞLAN ADIN İSMAİL/BURSA TÜRKÜSÜ/ANONİM

 OĞLAN ADIN İSMAİL

Oğlan Adın İsmail (Aman Amman Beyim Amman)
İsmine Oldum Mail
Bir İçim Su Ver Bana Aman Amman Beyim Amman
Hem Sevaptır Hem Hayır
Üç O Yandan Beş De Bu Yandan
Bir De Keleş Yaylasından
Çayır Çimen Ortasından
Seveceksen Sev Beni Candan

Oğlan Adın Hem Bekir (Aman Amman Beyim Amman)
Çevreyi Doldur Getir
İstanbul'a Gidersen (Aman Amman Beyim Amman)
Çekirdeksiz Nar Getir
Üç O Yandan Beş De Bu Yandan
Bir De Keleş Yaylasından
Çayır Çimen Ortasından
Seveceksen Sev Beni Candan
Öyledir Yar Öyledir (Aman Amman Beyim Amman)
Aşkın Beni Beni (Yavrum) Söyletir
Almış Yari Yanına (Aman Amman Beyim Amman)
Bülbül Gibi Söyletir

Üç O Yandan Beş De Bu Yandan
Bir De Keleş Yaylasından
Çayır Çimen Ortasından
Seveceksen Sev Beni Candan

Kaynak Kişi: Hayri CANSU
Derleyen: Ankara Devlet Konservatuarı
Notaya Alan: Ateş KÖYOĞLU
Solist: Elvan ERBAŞI
https://www.youtube.com/watch?v=DQhBvONB7RE&list=PLyXfwPIk_acSTKPCNsOgwI5aP2OqGgcnI&index=9

BURSA GÜVENDELERİ/BURSA TÜRKÜLERİ/ANONİM

 BURSA KÖY GÜVENDELERİ

Bindim Atın Birine
Geçtim Urum Eline
Urum Elinin Kızları
Sürmelidir Gözleri

Kavak Senden Uzun Yok
Dallarında Üzüm Yok

Eller Ne derse desin
Başkasında gözüm yok

Solist: Erol KÖKER

***

Sürmeli yardan ayrıldım
Eğmeli yardan ayrıldım

Aşağı yoldan geliyor üç atlı
Var mı içinizde sevdiğim atlı
Yemişler içinde şeftali tatlı
Uçurdum palazım konduramadım
Yangın yüreğimi söndüremedim
Aşağıdan geliyor hamazlar
İkimizi bir yerlere komazlar
Senin için kaldı benim namazlar
Kekliğim kekliğim suya mı geldin
Susuz derelere yârim sen geldin
Solist: ZARA

***
Elinde bakır bakır
Gözlerin çakır yar aman
Ötüşelim şakır şakır
Kumru da kumruya yar aman

Demedim mi ben sana girme de bostana (yar amman aman)
Komşu da kızı duyar ise eder maskara (yar amman aman)

Solist: Orhan HAKALMAZ
***

Dereler doldu taşınan
Gözlerim doldu yaşınan
Ben nerelere varayım (a yârim)
Dayanamıyom, şu gülmedik başınan
Acem şalı belinde
Bir ucu da halime'nin elinde
Halime de benim olmazsa (a yârim)
Dayanamıyom, durmam şu bursanın köyünde
Solist: Elvan Erbaşı

***
Menevşesi tutam tutam
Arasına güller katam
Nice gurbet elde yatam
Sen gel menevşeli gelin
Gelin gelin allı gelin
Al yanağı ballı gelin
Gelin gider su doldurur pınardan
Yıllar geçti haber gelmedi yardan
Menevşe buldum derede
Sordum evleri nerede
Üç beş güzel bir arada
Sen gel menevşeli gelin
Gelin gelin allı gelin
Al yanağı ballı gelin
Gelin gider su doldurur pınardan
Yıllar geçti haber gelmedi yardan
Solist: Erol KÖKER
***


Cezayir'in harmanları savrulur
Savrulur da sol yanına devrilir
Sarı buğday samanından ayrılır

Sokakları mermer taşlı
Güzelleri hilal kaşlı cezayir
Gemilere çürük tahta dayanmaz
Yiğitlere gaflet bastı uyanmaz (ey)
Aman allah buna canlar dayanmaz

Sokakları mermer taşlı
Güzelleri hilal kaşlı cezayir

Solist: Orhan HAKALMAZ

Kaynak Kişi: Hüsnü ORTAÇ
Derleyen ve Notaya Alan: Muzaffer SARISÖZEN
Solistler: Erol KÖKER, ZARA, Orhan HAKALMAZ, Elvan ERBAŞI
https://www.youtube.com/watch?v=22x2T82vajY&list=PLyXfwPIk_acSTKPCNsOgwI5aP2OqGgcnI&index=7

BEN YEMENİMİ AL İSTERİM/BURSA TÜRKÜSÜ/ANONİM

 BEN YEMENİMİ AL İSTERİM


Ben Yemenimi (Aman Aman) Al İsterim
Ortasında (A Canım Da) Dal İsterim
Bir Güzelce (Aman Aman) Yâr İsterim

Al Gel Aman A Canım Da Mor Çiçeği
Bul Gel Aman A Canım Da Mor Çiçeği

Ben Yemenimi (Aman Aman) Çaldım Taşa
Taş Yarıldı (A Canım Da) Baştan Başa
Yazılanlar (Aman Aman) Gelir Başa
Al Gel Aman A Canım Da Mor Çiçeği
Bul Gel Aman A Canım Da Mor Çiçeği
Kaynak Kişi: Halil Bedii YÖNETKEN
Derleyen ve Notaya Alan: Muzaffer SARISÖZEN
Solist: Elvan ERBAŞI - ZARA
https://www.youtube.com/watch?v=9I8be8OBi24&list=PLyXfwPIk_acSTKPCNsOgwI5aP2OqGgcnI&index=6

ZEYTİNYAĞLI YİYEMEM/BURSA TÜRKÜSÜ/ANONİM

 ZEYTİNYAĞLI YİYEMEM

Zeytin Yağlı Yiyemem Aman,
Basma Da Fistan Giyemem Aman.
Senin Gibi Cahile,
Ben Efendim Diyemem Aman.

Kaldım Domaniç Dağlarında,
Sevgili Yarim Nerelerde.

Kara Üzüm Asması,
Yeşil Olur Yazması.
Ben Yarimden Ayrılmam,
Kara Yazı Yazması.

Kaldım Domaniç Dağlarında,
Sevgili Yarim Nerelerde.

Asmadan Üzüm Aldım,
Sapını Uzun Aldım.
Verin Benim Yarimi,
Annemden İzin Aldım.

Kaldım Domaniç Dağlarında,
Sevgili Yarim Nerelerde.
Kaynak Kişi: İhsan KAPLAYAN Derleyen ve Notaya Alan: Muzaffer SARISÖZEN
Solist: Çimen İLTER
https://www.youtube.com/watch?v=L1KCUSfKdnE&list=PLyXfwPIk_acSTKPCNsOgwI5aP2OqGgcnI&index=5

ŞİMDİ PINARIN/BURSA TÜRKÜSÜ/ANONİM

 ŞİMDİ PINARIN



Şimşir Pınarın Üstüyem (Aman Aman) Al Giyenlerin Dostuyam (Efendim Aman) İlişme Bana Hastayem Doldur A Şişeyi Şişeyi Özledim Ayşe’yi Şimşir Pınarın Kilidi (Aman Aman) Bu Gece Gelen Kim İdi (Efendim Aman) Sensin Gönlümün Kilidi Doldur A Şişeyi Şişeyi Özledim Ayşe’yi Kaynak Kişi: Sıdıka ÇAMLIDAĞ Derleyen ve Notaya Alan: Nurettin ÇAMLIDAĞ
Solist: Erol Köker
https://www.youtube.com/watch?v=-wx8TeU8y24&list=PLyXfwPIk_acSTKPCNsOgwI5aP2OqGgcnI&index=2

MEŞELİ DAĞLAR MEŞELİ/BURSA TÜRKÜSÜ/ANONİM

MEŞELİ DAĞLAR MEŞELİ 


Meşeli dağlar meşeli

İçinde halı döşeli

Kül oldum aşka düşeli


A benim esmer güzeli

Yârimle kol kola gezeli


Hamamın üçtür kurnası

Üçünde üç kız yunası

Üç kızın biri benim olası


A benim esmer güzeli

Yârimle kol kola gezeli


Bursa’nın ufak tefek taşları

Keman olmuş o yârimin kaşları

Bir omuzdan bir omuza saçları


A benim esmer güzeli

Yârimle kol kola gezeli

Anonim

Kaynak: https://www.youtube.com/watch?v=jjxw4wWn04w&list=PLyXfwPIk_acSTKPCNsOgwI5aP2OqGgcnI&index=3 

CİCİ PABUCUM CİCİ (YALELLİ)/BURSA TÜRKÜSÜ/ANONİM

       CİCİ PABUCUM CİCİ



Cici Pabucum Cici
Gezdiğim Çimen İçi
Benim de Sevdiceğim
Kavrulmuş Badem İçi
Ya Lelli Ya Lelli Ya Lelli Ya Lelli
Aman Amman Civanım Ben Yandım
Gidin Bulutlar Gidin
Yarime Selam Edin
Yarim Tatlı Uykuda
Uykusun Haram Edin
Ya Lelli Ya Lelli Ya Lelli Ya Lelli
Aman Amman Civanım Ben Yandım
Kaleden İndim Aşağı
Topladım Arpa Başağı
Yar Mevlanı Seversen
İn Merdivenden Aşağı
Ya Lelli Ya Lelli Ya Lelli Ya Lelli
Aman Amman Civanım Ben Yandım
Kaynak: https://www.repertukul.com/CICI-PABUCUM-CICI-1267 

AŞALIM DAĞLAR AŞALIM/BURSA TÜRKÜSÜ/ANONİM

AŞALIM DAĞLAR AŞALIM 


Aşalım aşalım dağlar aşalım

(Gel gel aman dağlar aşalım)

Düşelim düşelim ovaya düşelim

Ayrılık günleri geldi helalleşelim

(Gel gel aman helallaşalım)


Dağların kokusu yazınan

Oğlanın sevdiği nazınan gelir.


İki de durnam gelir aklı karalı

(Gel gel aman aklı karalı)

Birini şahin vurmuş göğsü yaralı

Birini bildim birisi nereli

(Gel gel aman birisi nereli)


Dağların kokusu yazınan

Oğlanın sevdiği nazınan gelir

Anonimhttps://www.youtube.com/watch?v=4l-YbPE10-M&list=PLyXfwPIk_acSTKPCNsOgwI5aP2OqGgcnI&index=4

1 Mart 2025 Cumartesi

ÜSKÜP'TEN BURSA'YA GÖÇ/ İSMAİL HAKKI BURSEVÎ

 

İsmail Hakkı Bursevî İçin Bursa’nın Önemi


Bursalı İsmail Hakkı (1652-1725), Osmanlı dönemi mutasavvıf, şair ve âlimlerinden biridir. Aslen Rumeli’nin Aydos kasabasında doğmuş, genç yaşta tasavvufa yönelerek Atpazarı Osman Efendi’ye intisap etmiştir. Şeyhinin emriyle Üsküp’te uzun yıllar irşat faaliyetlerinde bulunmuş, ancak 1685 yılında ailesiyle birlikte Bursa’ya göç etmiştir.

Bursa, İsmail Hakkı Bursevî’nin hayatında manevi ve ilmi gelişiminin merkezini oluşturmuştur. Burada Celvetî tarikatının önde gelen isimlerinden biri haline gelmiş ve önemli eserler kaleme almıştır. Özellikle "Rûhu'l-Beyân" adlı tefsiri, en bilinen eserlerinden biridir. Bursa'da birçok talebe yetiştirmiş, halkı irşat etmiş ve cami-mektep gibi ilim yuvalarının inşasına öncülük etmiştir.

Onun için Bursa, sadece bir ikametgâh değil, aynı zamanda manevi bir merkez olmuştur. Üsküp’ten Bursa’ya göçü, yaşadığı zorlukların ardından Allah’ın ona bir lütfu olarak görülmüştür. Bursa, ona huzur, ilham ve ilim yolunda ilerleyebileceği bir ortam sağlamıştır. Ömrünün büyük bir kısmını burada geçirmiş ve 1725 yılında Bursa’da vefat etmiştir. Bugün de türbesi Bursa’da yer almakta ve sevenleri tarafından ziyaret edilmektedir.

İsmail Hakkı Bursevî’nin Bursa’daki varlığı, şehrin tasavvufî kimliğini pekiştirmiş ve Osmanlı tasavvuf geleneğinde önemli bir yer edinmesini sağlamıştır. Bu yüzden Bursa, onun için sadece bir şehir değil, ilahi hikmetin tecelli ettiği bir yurt olmuştur.

Üsküp’ten Bursa’ya Hicreti

İsmail Hakkı, 1096/1685’te şeyhi Osman Fazlı’yi ziyaret için Üsküp’ten İstanbul’a gelir. Bu sırada Osman Fazlı, İsmail Hakkı’nın Üsküp’ten ayrılmasını ister. Ne kendisi bu ayrılığın sebebini sorar ne de şeyhi ona bir açıklama yapar. Bunun üzerine hemen Üsküp’e dönen İsmail Hakkı, ailesini alarak Bursa’ya hicret eder.

Aradan iki yıl geçmeden Üsküp ve çevresi düşman işgaline uğrar. Bölge büyük zarar görür, şehir harap olur ve pek çok insan hayatını kaybeder. İsmail Hakkı, şeyhinin emrine uyarak Üsküp’ten ayrıldığı için kendini şanslı görür ve bunun ilahi bir lütuf olduğuna inanır.

Ancak Üsküp’ten ayrılırken derin bir hüzün duyar. Osman Fazlı, onu teselli etmek için hayır dualar eder. İsmail Hakkı, şeyhinin bu duasının gerçek olduğunu Bursa’ya göç ettikten sonra anlar. Üsküp, düşman istilasıyla büyük yıkım yaşarken, o ve ailesi Bursa’da güvenli bir hayat sürmeye başlar.

İsmail Hakkı, bu zorunlu göçü ve Bursa’ya yerleşmesini şu dizelerle anlatır:

Diyar-ı Rûm’a sakın basma kadem hicret ile
Azimet et Anadol semtine saadet ile

Diyar-ı Rûm'u ko arz-ı mukaddese azmet
Medine Mekke'ye er pâye pâye himmet ile

Diyar-ı Bursa’da Sebzî Efendi hânesine
Şükür ki biz de duhûl eyledik inayet ile

Ne denli mihnet-i hicret çekildi âlemde
Hudâ’nın oldu hele şimdi lutfu gayet ile

Recâm odur kerem-i Hazret-i Hak’tan Hakkı
Medine cânibine sevk ide hidayet ile

(Divan, 539/336)

Bu şiirinde İsmail Hakkı, Rumeli’den ayrılıp Anadolu’ya gitmenin daha hayırlı olduğunu vurgular. Kendisinin Üsküp’ten Bursa’ya göç ettiğini, burada Sebzî Efendi’nin evinde kaldığını anlatır. Çektiği zahmetlere rağmen Allah’ın ona lütfettiğini ve en büyük dileğinin Medine’ye gitmek olduğunu ifade eder.

Ne safalar süresin ahiri kâr
Ey gönül, bir iki gün sabreyle

Dağılır bir gün olur hep efkâr
Ey gönül, bir iki gün sabreyle

Bu hazanın olur encâmı bahar
Bir olur gözler yine leyl ü nehar

Etme ağyâra derdin izhâr
Ey gönül, bir iki gün sabreyle

Saçılır ebr ü gür yanar hurşîd
Gam u gussa günü gider gelir id

Kudretiyle olur karîb ba‘îd
Ey gönül, bir iki gün sabreyle

Sabırdır şân-ı evliyâ gerçek
Sabırdır hâl-i enbiyâ gerçek

Etme şekvâ, bu kârdan el çek
Ey gönül, bir iki gün sabreyle

Derd ile kaldı gitti mi Eyyûb
Hüzn ile bitti yitti mi Ya‘kûb

Sen dahi Hakkî mübtelâya uyup
Ey gönül, bir iki gün sabreyle 


Bursevî, Bursa'ya yerleştikten sonra Tuzpazarı semtinde kendi adını taşıyan bir cami inşa ettirmiştir. Vefatının ardından, 20 Temmuz 1725 tarihinde, kabri bu caminin kıble tarafına defnedilmiştir.

Çeltik, H. (2006). Bursalı İsmail Hakkı'nın eserlerinde hayatına dair anekdotlar. İlmi Araştırmalar, (22), 33-49.