5 Mart 2025 Çarşamba

MEKÂNLARIN İZİNDE: BURSA BURSA İÇİNDE/ŞABAN AKBABA

 MEKÂNLARIN İZİNDE: BURSA BURSA İÇİNDE

“Su” ayetiyle başlar Bursa Suresi su gibi akar zamana koşut...” “Ayazma Fısısltıları”ndan çıktım yola. Mudanya’nın uzak sahillerindeki  “Kutsalsu” diyarından. Son altı yıldır oradaki barakamda sürdürüyorum yazı çalışmalarımı. Bir başka esin kaynağımdır Kutsalsu. Yaz bitti, bir süreliğine Bursa’ya döneceğim. “Mekânların Diliyle Bursa”yı anlamaya ve anlatmaya…Ta da buradan başlıyorum; biraz da beni anlayan ve anlatan “Yazın (Edebiyat) Harmanı”mdan… Sihirli Pınar, Eşref ’in Böceği, Bağdatlı Maymun, Afacan Maymun adlı çocuk kitaplarım, Deri’n adlı romanım, Deli Cin Diyor ki adlı öykü kitabım ve Çinikitap Dergisi’nde aynı adla yayımladığım yazılarım, bu sahillerinin ürünüdür. Çinikitap’ın 19. sayısındaki “Ayazma; Bursa’daki Son Yazın (Edebiyat) Harmanım” başlıklı yazımda şöyle betimlemişim büyüleyici esin mekânımı: Kentin, şimdilik bana yetişemediği, Marmara Denizi’nin sürekli serinlik üflediği, dalgalarla oynaşan bir deniz kıyısı. Kuzeyi; kimi zaman masmavi, kırışıksız bir çarşaf, kimi zaman lacivert ve gizemli bir uzay atmosferi, kimi zaman ekşi suratlı bir cadaloz gibi görünen, kimi zaman da ışıl ışıl gülümseyen Marmara Denizi’yle; güneyi Ayazma(Kutsalsu) köyünün üzerine oturduğu, zeytin bahçelerinin, ayçiçeği tarlalarının, soğan tarhlarının, taflanların, meşe, çam ve ıhlamur ağaçlarının süslediği yaz, kış yeşil ve rengârenk duran tepelerle çevrili...

İki seçeneğim var. Ya, Şükrü Bilgiç’in “Öykü Tepesi’nin de bulunduğu Tirilye (Üçpapaz ya da Kırmızıbalık) üzerinden Mudanya Bursa yolunu

6 Şaban Akbaba’nın ( Osmangazi Bel. Yay.,2003 “ A.H. Tanpınar Şiiri ve 2002 Bursa Şiirleri”adlı kitapta yer alan) ”Bursa Suresi” adlı şiirinden.

izleyeceğim ya da Ayazma, Çamlık, Çayönü, Hürriyet, Taşpınar köyleri geçildikten sonra ulaşılan ve Apolyont Gölü’nün de üzerinde bulunduğu İzmir-Bursa yolunu... Bu yazı serüvenimde ikinci yolu izleyeceğim.

Bursa’nın, Bursa dışında kalan yeşil doğasının içindeki büyüleyici manzaralarla bezeli bu köylerden sonra, erkekleri de çorap dokuduğu için adı, “çorapçı köy”e çıkan Yenikaraağaç köyünden geçerek, Bursa yönünde İzmir yoluna çıkıyorum. Yol, Bursa Ovası boyunca, bir sonsuzdan gelip bir sonsuza ulaşmak istercesine ip gibi uzayıp gidiyor. Çevresinde Bursa’nın gülü çiçeği, dağı bağı, tarlası tapanı… Derin düşüncelere savruluyorum. Kim bilir kaç yüz yıldır ne hikâyeler yaşanmıştır üzerinde. Yalnızca bir patika olduğu ya da öküz, at arabalarının gidebileceği genişliğe ulaştığı günlerde başka; stabilize, şose veya asfalt olduğu zamanlarda başka… Neler gelip geçmiştir üzerinden; ne insanlar, ne savdalar, ne acılar, ne sevinçler… Ne diyordu büyük ozan Ruhsati: “Hele düşün devri Adem’den beri/ Kimler gelip geçmiş say deli gönül/…”

Birkaç kilometre sonra Gölyazı tabelasını görüyorum. Gölyazı, tıpkı adının anlamı gibi bir yer. Gölün üzerine atılmış bir imzaya benziyor. Karadan, iki yanı sularla kuşatılmış, daracık bir köprü-yolla gölün ortasındaki köye ulaşıyorum. Bir yarımada bura. Kuş yuvası gibi. (Almanya’nın Mölln’ünü hatta Schwerin’ini anımsıyorum. Bir farkla; onlar çok bakımlı.) Çevresini saran gölün sevda dolu mitolojik öyküsü dilden dile dolaşarak bana ulaşıyor:

Denizi’nin güneyinde bulunan Odryses Çayı, Bandırma’dan denize dökülürmüş. Bugünkü Apolyont Gölü’nün olduğu yerde Apollonia Krallığı, Odryses Çayı’nın bulunduğu yerde de Melde Krallığı kuruluymuş. Melde Kralı, Apollonia kralının kızını, oğluna istemiş. Ancak kız, prensle evlenmeyi kabul etmemiş ve babasının bir tepede yaptırdığı saraya saklanmış. Onuru kırılan Melde Kralı, Odryses Çayı’nın yolunu değiştirip Apollonia kentinin bulunduğu topraklara akmasını sağlamış. Böylece Apollonia toprakları sular altında, prensesin sarayı da sularla çevrili bir adada kalmış. O adada kurulan köyün adı Gölyazı, oluşan gölün adı da Apolyont Gölü’dür. Bir de ağlayan çınarı var Gölyazı’nın. Mübadelede yurdundan ayrılmak zorunda kalan bir Rum gencin sevgilisinin çınara dönüşmesinin öyküsüdür. Kısacası kavuşamama öykülerinin yani ki hüzünlü aşk öykülerinin mekânıdır Gölyazı.

O gün Gölyazı Yazıevi’nin açılışı varmış. Bu rastlantıya seviniyorum. Açılış, Nilüfer Belediyesi’nin onarıp Gölyazı Kültür Merkezi olarak hizmete sunduğu Hagios Kostantinos Kilisesi’nde yapılıyor. Açılışın onur konuğu Cevat Çapan güzel bir konuşma yapıyor. Bursa’dan ve Bursa dışından birçok şair ve yazar da orada. Kimler yok ki… Turhan Günay, Cevat Çapan, Halil İbrahim Özcan, Müslüm Çelik, Hilmi Haşal, Şaban Akbaba, Güney Özkılınç, Pelin Yılmaz, Şafak Pala, Muharrem Sönmez, Ali İpek, Süreyya Akçay. Bir de İsveçli çocuk kitapları yazarı bayan Asa Lind. Bayan Lind, Yazıevi’nin ilk yazar konuğu. Bir aylık yazın çalışmasını orada sürdürecek. Bunun için her türlü yaşam olanağı sunulmuş. Tanışıyoruz. Sıcakkanlı bir insan. “Gölyazılı kadınlar bana çok iyi bakıyorlar, “diyor konuşmasında. “Hasta olmuştum, çorba getirdiler. Gösterdikleri sevgi ve saygıyla beni iyileştirdiler.” Kısacası Gölyazı Yazıevi önemli bir Bursa mekânı olarak Bursa tarihinde yerini almış oldu.

Yoluma devam ediyorum. Uludağ’ın dört mevsim karlı, buzlu zirvesi selamlıyor beni. Nâzım’ın şiiri düşüyor aklıma:

“Yedi yıldır Uludağ’la göz göze bakışır dururuz

Ne o kımıldanır yerinden, ne de ben

Lâkin birbirimizi yakından tanırız

Gerçekten yaşayan her şey gibi

Kızmasını ve gülmesini bilir.”

Üzerinde altmış kadar kilise, şapel v.b. Hıristiyan mâbedinin bulunması nedeniyle Keşişdağı olarak da adlandırılan Uludağ’ın Zeus’a kadar uzayıp giden mitolojisiyse büyüleyici: Öykü, en büyük tanrı sayılan Zeus’un diğer tanrılarla bazı toplantılarını burada yaptığına dairdir. Bu yüzden “tanrılar otağıdır” Uludağ. Kutsaldır, güzeldir, etkileyicidir, Bursa’nın en görkemli ve gözde simgelerinden biridir. Nice şaire, yazara esin kaynağı olmuştur:

İlk adı Olyımpos, Zeus yaylağı

son adı Uludağ, tanrılar dağı

“gökyüzü senatosu orda toplandı”7

Tazecik gelindir kış boyu beyaz

7 Homeros’un İlyada adlı destanından bir dize... Homeros’a göre Zeus’un bu toplantıyı yaptığı Olympos,Yaunanistan’daki,ama başka kimi yorumculara göre de Bursa’daki Olympos’tur.

baharda yeşilli, nazlı, zilli kız

yazın serin yaylasıdır sevdanın

sonbaharda binbir rengin yorumu:

(Bursa Suresi, ş.a.)

Yolun sonuna geldim. Artık Bursa’ya girebilirim. Ama hangi kapısından?... Çünkü Bursa’nın Hisar Kapısı, Kaplıca Kapısı, Pınarbaşı Kapısı, Zindan Kapısı ve Yer Kapı gibi beş kapısı bulunmaktadır. Bu kapıların hepsine tarihiyle, kültürüyle büyük saygım var. Ama ben bu kente kültür kapısından girmek istiyorum. Biri, tarihsel süreç içinde oluşagelen genel-kadim kültür kapısı olmak üzere, bilinen üç kültür kapısından biri olan Buyaz kapısını seçiyorum. Oradan giriyorum. Oradan girince birçok güzel insanla, birçok değerli mekânla karşılaşıyorum. Buyaz’ın kurucularından yazar Melih Elal örneğin. İnsan güzeli bir insandı. Şair Mehmet Kaplan, Metin Güven, Bahri Çokkardeş, gazeteci, yazar Yılmaz Akkılıç, Buyaz’a gönül ve destek veren Bursa değerleriydi. Yaşayanlardan şair Nuri Demirci, Hilmi Haşal, Halide Yıldırım, İhsan Üren, Cüneyt Özkurnaz, Hüsam Kurt, Halime Yıldız, Muharrem Sönmez, Süreyya Akçay, Gülsün Işıldar, şair yazar Nadir Gezer, Erdem Katırcıoğlu, Güney Özkılınç, yazar Pelin Yılmaz, Nahit Kayabaşı, Şafak Pala, Nursel Aras, Kemal Selçuk, Şükrü Bilgiç, Nurhan Şahinkaya, Fehmi Enginalp, Hakan Akdoğan, Süleyman Diyaroğlu…

Yazarlar Birliği Bursa Şubesi kapısından girmiş olsaydım Bursa’ya; yine Mustafa Efe, Mustafa Muharrem, Cevat Akkanat, Metin Önal Mengüşoğlu, İhsan Deniz, Yasin Doğru, Cahit Çollak, Mustafa Başpınar gibi birçok saygın kültür, sanat insanıyla; mekân olarak da Seyyit Usul Tekkesi’yle karşılaşacaktım.

Bursa’ya Buyaz kapısından girince Nâzım Hikmet Kültürevi adlı kültür mekânı karşıladı beni en önce. Hem de kentin ta batı ucunda. Her yıl yüzlerce etkinliğin yapıldığı, onlarca şairin, yazarın, bilim ve sanat insanının ağırlandığı, kent kültürüyle canlı alışverişin gerçekleştiği bu mekân ve yine birçok Buyaz etkinliğine ev sahipliği yapmış Konak Kültürevi… Her ikisi de Bursa’nın ve benim Bursalı kimliğime ciddi katkı yapmış, Bursa’yı erdemsel düzeyde anlatan mekânlardır.

Nazım Hikmet’te Ara Güler’in “Edebiyatçı Portreleri” adlı sürekli yaşayan sergisine konuk olarak ülkemizin önemli şair ve yazarlarıyla hasbihal ettikten sonra Bursa’nın sıcak ve termal hamamlar bölgesi Çekirge’ye düştü yolum. Tıpkı Bizans Kraliçesi şehvetli Teodora gibi dört bin kişilik koruma ordusu eşliğinde kaplıcaların birinde (Eskikaplıca’da örneğin) saatler süren bir banyo keyfi yapmak da vardı ama ne yazık ki buna zamanım yoktu. Bir an önce Karagöz Hacivat anıtını ziyaret ederek onları anmalı ve yoluma devam etmeliydim.

Karagöz ve Hacivat’la helâlleştikten sonra Pirinç Han’a, oradan da Koza Han’a yollanıyorum. Özellikle Koza Han, Buyaz bağlamında önemli bir Bursa mekânı olarak Bursa kentinin sanat belleğinde özel bir yer tutuyor. On yıldan beridir Bursa kent kültürüne nitelikli katkılar yapan Buyaz, etkinliklere Bursa dışından davet ettiği konuklarına, unutulmaz bir Bursa simgesi, önemli bir kültür ve tarih mekânı sunmak istediğinde onları Kozahan’a buyur eder. Bursa’nın tadının, Kozahan’da içilen kahveyle anımsasınlar; Bursa’yla dostlukları en az kırk yıl daha sürsün diye… Kozahan’a gelmişken Ulucami’nin Bursa’yı tümüyle etkisine alan mistik atmosferini yaşamamak büyük bir yoksunluk ve hatta yoksulluk olur, diye düşünerek, kendi tarihimdeki Ulucami’ye dönüyorum yüzümü:

“Sırada, üç yöne bakan üç kapısından da ziyaretçi kabul eden Ulucami’si vardı Bursa’nın. İçine girilip karşıdan karşıya, köşeden köşeye uzayıp giden geniş ve renkli ibadet alanına, yavaşça yükselen, yükseldikçe anlam kazanan heybetli direklerine, kubbelerinin gizemli oyuntusuna ve onları ışık oyunlarıyla büyüleyen vitrayın görkemli örnekleriyle süslü pencerelerine bakıldığında insana sonsuzluk duygusu veren serin ve huzurlu bir İslam kutsalı. Mistik tarihinin Bursa’ya en güzel armağanlarından biri. Karşılıklı açık duran kapı ve pencerelerden sızan hava serin bir akıntıya dönüşüp camiyi bir uçtan öbür uca kat ederken, caminin ortasındaki şadırvanda şakırdayan suyun tatlı ninnisini ve tozanlarının ışık oyunlarını da beraberinde taşıyordu. Her kubbenin ortasında gökyüzünün derinlerinden gelip yeryüzünün derinlerine doğru sarkıyormuş gibi görünen büyük, görkemli, ışıklı avizeler caminin gizemini çoğaltan diğer unsurlardı. Bir de kokusu vardı Ulucami’nin... Her soluyanın beyninde özge bir iz bırakan Ulucami kokusu… Sürekli okunan Kur’an’ı Kerim’in şifresel sözleri ve onun büyüleyici etkisini artıran güzel sesli imamın hüzünlü tonlamaları da bütün bunlara eklenince insanda sonsuza kadar burada durmak, Kur’anı Kerim’i ve ona eşlik eden suyun gizemli sesini dinlemek, onlarca metre yükseklerdeki biçim biçim, renk renk vitraylardan süzülen ışığın bin bir dilden, bin bir telden oynaşmasını izlemek; insanın, evrenin büyüklüğü karşısında ne kadar küçük bir varlık olduğunun kanıtı gibi bir köşeye çekilip oturmak, kendi kendine dönmek, kendi içinde yok olmak isteği uyanıyordu. Böylesine büyük bir etki gücüne sahip Ulucami’nin mistik havasına adım attığımız o an, Heike’nin heyecandan titremeye başladığını gördüm. Giriş kapısındaki görevlinin, başı açık bayanların başlarını örtmeleri gerektiğini söyleyerek ipekli başörtüyü eline tutuşturması üzerin heyecanı daha da arttı. Önce ne yapacağını şaşırdı. Sonra titreyen elleriyle örtüyü başına bağladı. Örtü öylesine güzel bir hava verdi ki Heike’ye, kendisini göremediği için o değil, ama bu kez ben şaşırdım. Başka bir renge bürünmüştü yüzü... Neredeyse yapma bir bebek gibi görünüyordu. O kadar çocuksu, temiz ve güzel... Bir yanıyla, Lübek’teki St.Marien Kilisesi’nde gördüğümüz İsa’nın Son Yemeği’ adlı kabartma tablodan çıkmış İsa’nın Maria Magdelana adlı bayan havarisine; öte yanıyla da bizim kutsal öykülerde betimlenen meleklere benziyordu. Onu böyle gördüm ve kendisine söyledim. Çok sevindi.”8

8 DERİ’N, ş.akbaba, roman, Sone Yay. 400 sayfa.

Ulucami’den sonra bütün varlığımla tarihimizin içinde buldum kendimi. Bir an için Viyana’daymışım gibi duyumsadım. Bursa’nın Hanlar Bölgesi’yle Viyana’nın kent merkezindeki tarihi yapıtları, sosyokültürel mekânları nasıl da birbirine benziyor! Bir baştan girildiğinde handan hana, saraydan saraya, medreseden medreseye, bahçeden bahçeye derken kentin en önemli mekânlarını bir çırpıda yaşayıveriyorsunuz.

Bursa da öyle. Padişah II. Murad’ın, Muradi mahlasıyla şiirlerinin pek çoğunu kaleme aldığını düşündüğüm Hisar’daki kaleden, Balibey Hanı’na, Pirinç Han’a, Ulucami külliyesine, Koza Han’a, Emir Han’a, Tuz Han’a, Fidan Han’a, Geyve Han’a, Bedesten’e, Kapan Han’a, İpek Han’a…

Oradan, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın avlusunda oturarak “Bursa’da Zaman” adlı şiirini yazdığı Orhan Bey külliyesine, Uzun Çarşı’ya, Tuz Pazarı’na, Okçular Çarşısı’na, Kayhan Çarşısı’na, Kayhan Hamamı’na, Hafsa Sultan Camisi’ne, Çengnâme adlı büyük divanın yazarı Ahmet Dai Camisi’ne, Gökdere Medresesi’ne, Kamberler’deki Sitti Hatun Camisi ve Sıbyan Mektebi’ne, Hatice İsfandiyer ve Ebu İshak Camilerine, ünlü Irgandı Köprüsü’nden geçerek İncirli Hamamı’na, Yeşil Cami’ye, Yeşil Türbe’ye, Emir Sultan Külliyesi’ne, Molla Yegan Türbesi’ne Yıldırım Beyazit külliyesine… derken koca bir kenti, yüzyıllar süren tarihiyle yüzleşerek yaşamış oldum. Böylesine yoğun bir tarihi kültürel mekânlar şeridinin, etkileyici atmosferinden, bütün bunları düşünerek geçtiğimde muhteşem bir duyguyla Bursalı olmuşluğumun gururunu ve sevincini yaşadım.

Aslında bu süreç, rahmetli babamın 1982 yılında Bursa’ya gelişiyle başlamıştı. Orhaneli’nin Eskidanişment köyünde (sürgün edilmiş) öğretmendim. Babam beni görmeye gelmişti. Çevremizde “Halife” olarak anılan babamın benden istediği tek şey; ünlü Bursa camilerini, hanlarını ve medreselerini gezdirmemdi. Öyle yaptık. Bir hafta sonumuzu Bursa gezimize ayırdık. İki gün süren o gezimize, Osmanlı’nın kurulduğu Hisar’dan başladık. I.Murad Hüdavendigâr Külliyesi’nden, Osman ve Orhan Bey Türbelerinden, Temurtaş Külliyesi’nden devam ettik, Ulucami’de epeyce zaman geçirdikten sonra, Kozahan’da birer çay içtik, Bursa’da yapılan ilk cami olan Orhanbey Cami’sine(1339) uğradık. Sonra Yeşil, Emir Sultan, Yıldırım Beyazit cami ve medreselerini ziyaret ettik. Her camide iki rekât namaz kıldık; ailemizin, ülkemizin ve insanlığın geleceğinin güzel olması için dua ettik.

Bu hanların, medreselerin birer atölye gibi Bursa bilim, kültür ve sanat üretiminde önemli yer tuttuğunu; örneğin Bakırcı Raşit Mehmet(13.yy.)’in, Zübdetü’l Vekayi Der Belde-i Celile-i Bursa adlı vefeyetnâmesi(ölmüşler biyografisi)ni kale içindeki Lala Şahin Paşa Medresesinde, İsmail Beliğ’in İpekhan’da, Lamii Çelebi’nin Emirhan’da Bursa Şehrengizlerini kaleme aldıklarını rahatlıkla söyleyebilirim. Atai, Şakaik-i Numaniye adlı şuara tezkiresini (şiir antolojisini) belki de Kapanhan’da tamamladı. Süleyman Çelebi Vesilet-ün Nacat’ini hangi handa ya da medresede yazdı acaba? Ama Bursa sürgünü, tasavvufçu Niyazi Mısri’nin, bugün de şarkı olarak dillerde dolaşan, “Bakıp Cemâl-i Yare” başlıklı (“Bakıp cemâl-i yare çağırırım dost dost/ Dil oldu pâre pâre çağırırım dost dost.”) şiirini, Gökdere Medresesi’nde yazdığını tahmin edebilirim.

Bursa’yı yaşadıkça, algıladıkça, kavradıkça anlıyordum ki hiçbir şey öyle kolayına ya da kendiliğinden gerçekleşmiyor. Tarihiyle, tarihi boyunca yerli, yabancı sürgünlere kucak açan sosyal yapısıyla, mimari yapıtlarıyla, kültürel sanatsal birikimiyle büyük bir kültür harmanı olan Bursa; Osmanlının ilk yüz yılını Osman Bey, Hüdavendigâr Murad, Yıldırım Beyâzid, Emir Süleyman Çelebi, Sultan Mehmed Çelebi, Sultan II. Murad gibi şair Padişahların yönetiminde ve başkent olarak yaşamıştır. En büyük yöneticisi şair olan bir ülkenin, kentin en önemli kalıtlarından biri de kültürel-sanatsal birikim olur elbet. Nitekim, ünlü şehrengizleri (kent övgüsü)9, vefeytnâmeleri (ölmüşler biyografisi)10, şuara tezkireleri (şiir antolojisi)11, divanları, mesnevileri12, destanları13 ulusal kültürümüzün temel yapıtları olarak Bursa’nın görkemli ve katmanlı kültür yapısından üremiştir.

Bütün bu nedenlerledir ki ülkemiz yazınındaki ilk öykü de 16. yüzyılda Vahdiî tarafından Bursa’da yazılmıştır.14 

9 Toplam 48 şehrengiz bilinmektedir. Bunların yedi tanesi Bursa şehrengizidir. Şehrengiz-i Burûsa:Üsküplü Kılıççızade İshak Çelebi(16.yy), Şehrengiz-i Burûsa:Aşık Çelebi(Seyyid Pir Mehmed(16.yy), Şehrengiz-i Burûsa:Kadı Çalıkzade Mehmed Mâni(16.yy), Şehrengiz-i Burûsa:Konya Kadısı Bursalı Nazuk Abdullah(17.yy), Şehrengiz-i Cilve-i Resa ve Ayine-i Habun-ı Burûsa:İsmail 5.Beliğ(18.yy), Şehrengiz-i Burûsa:İsmail Beliğ(ikinci şehrengizi), Şehrengiz-i Burûsa:Bursalı Halili(Sarı Halil,18. yy), Şehrengiz-i Burûsa: Lamii Çelebi(15.yy.).

10 Ravzatü’l Muflihun: Gazzizade Abdullatif (13.yy.), Hulasatü’l Vefayat: Gazizade Abdullatif, Zübdetü’l Vekayi Der Belde-i Celile-i Burûsa: Bakırcı Raşit Mehmet(13. yy.), Gülzar-ı İrfan:Mehmet Fahreddin(13.yy.), Yadigar-ı Şemsi:Mehmed Şemseddin Efendi(14.yy.) v.d…

11 Şakaik-i Numaniye Atai(13.yy.). 20’si Bursalı olan 73 şairi kapsamaktadır.) v.d…

12 Ahmed-i Dâi: Çengnâme, Vasiyet-i Nuşirevân(mesneviler), Fasça Divan, Türkçe Divan. Süleymen Çelebi: Vesiletü’n Necât (Mevlid). Üftade Divanı, vd…

13 Battal Gazi ve Adülvahap Sancaktari destanları, Abdalan-ı Rum adı verilen gezici dervişlerin söylenceleri.

14 Hikâyet-i Hace Abdurraif, Hikayet-i Dendaniyye, Hikâyet-i Anabacı…….. Türkçesİ, “Anabacı Hikâyesi.”

Demek ki bunca edebi değeri de olan yapıtların üretildiği Bursa, bütünüyle bir edebi mekân konumunda olmuştur hep. Kimileri Hisar burcunda, kimileri türbelerde, kimileri medreselerde, kimileri camilerde, hanlarda, hamamlarda; kimileri de çağdaş kültür merkezlerinde yazıya geçirmiş ya da paylaşmışlardır yaşamlarından ve estetik birikimlerinden süzdüklerini. Karacaoğlan bile Bursa’yı böyle bilmiştir:

”Şu benim mekânım şu benim yolum

Aradım yuvayı Bursa’da buldun

Güzeller çok imiş eğlendim kaldım

Kokar menevşesi gülü Bursa’nın

Yolum Yeşil Cami’ye düşünce, o muhteşem yapıtın büyüsüne kapıldım.

Tarihimizdeki cami mimarisinin göz kamaştıran örneklerinden biri olan Yeşil Cami’de derin bir muammayla karşılaştım. İsterseniz biraz da siz kafa yorun bu girift tarihi gerçekliğe. “Mekânların Diliyle Bursa” deyince, Bursa’ya dil olmuş ama değeri bilinmemiş bir mekân daha var ki onlarca yıl anılması bile günah sayılmış. Eski Bursa Cezaevi’dir o mekân. Yaşamının beşte birini bu cezaevinde geçirmek zorunda kalan Nâzım, bütün dünya dillerinde okunduğu için Bursa’mızı ve ülkemizi dünyaya anlatan, tanıtan en önemli ve ünlü şiirlerini bu cezaevinde yazmıştı. Ama ne yazık ki o cezaevi, kültür merkezi ya da müze yapılacağına, yıkılmış; yerine yine cezaevine benzeyen kocaman bir beton yığını yapılmıştır. Dilerim bir gün, o cezaevinin taşları bulunup getirilir, yerine, tıpkısı yapılır ve Nâzım Hikmet Müzesi olarak dünya şiirinin ziyaretine açılır. Bundan Bursa kadar ülkemiz de kazançlı çıkar.

Bursa’ya Buyaz Kültür Kapısı’ndan girmiştim. Oradan devam ederek gezimi tamamlamak istiyorum. Kurucusu olduğum Bursa Yazın ve Sanat Derneği’nin(2004) etkinlik mekânlarından söz etmiş ama yarım bırakmıştım. Buyaz’ın varlığını sürdürdüğü iki önemli mekân daha var. Bunlardan biri, Setbaşı’naki, erkekler kısmı yıkılan Nasuh Paşa Hamamı’nın kadınlar kısmındaki “Gizli Bahçe” adlı antik sosyal buluşma mekânıdır. Buyaz birkaç yıl boyunca evrakları ve defterleriyle birlikte orada yaşadı, orada önemli etkinliklere imza attı. Birçok değerli şair ve yazarı orada ağırladı.

Daha sonra da Alp Kültür Merkezi’nde… Fehmi Enginalp’in sahibi olduğu Merkez, birçok etkinliğine ev sahipliği yaptığı gibi, birçok etkinliğin giderlerini de karşıladı. Günümüzde de yaşamını sürdüren Çinikitap adlı dergiyi de finanse eden yine Alp Kültür Merkezi’dir. Bu demektir ki Alp Kültür Merkezi, aynı zamanda, Çinikitap gibi önemli bir derginin de yaşam bulduğu, Bursalı, Buyazlı şair ve yazarların uğrak yeri, birbiriyle buluştuğu çay deminde söyleştiği önemli bir yazınsal(edebi) mekândır. 

Ayrıca Çağdaş Hukukçular Derneği, Tabip Odası, Ördekli Kültür Merkezi, Bursa Kitap Fuarı, Uğur Mumcu Sahnesi gibi Buyaz etkinliklerini ağırlamış başka bazı mekânları da anmadan geçmemeliyim. 

Bursa’da yazının(edebiyatın), ilk kez, bağımsız bir örgüt(lülüğ)e kavuşmasının da tanığı olan bu mekânlarda, Buyaz’ın Bursa dışından ağırladığı yerli/yabancı şair ve yazarlar arasında kimler yok ki… Gökhan Cengizhan, Osman Şahin, Sunay Akın, Ataol Behramoğlu, Orhan Karaveli, Özcan Karabulut, Mustafa Balel, Aslan Kavlak, Enver Ercan, Nilay Yılmaz, Gülsüm Cengiz, Aydın Şimşek, Sadık Aslankara, Mustafa Köz, Mavisel Yener, Fatih Erdoğan, Çiğdem Sezer, Cezmi Ersöz, Engin Özmen, Enver Ercan, Memet Güler, Murat Özyaşar, Nemika Tuğcu, Özgür Soylu, Füruzan, Özkan Mert, Şener Aksu, Tahir Şilkan, Yavuz Ekinci, Veysel Çolak, Sennur Sezer, Halil İbrahim Özcan, Bojidar Grozev (Bulgaristan), Dato Mağradze (Gürcistan), Niels Hav (Danimarka), Neşe Yaşın (Kuzey Kıbrıs), Durhan Hasan (Bulgaristan), İlkay Tuna, Alper Akçam, Eşref Yılmaz, Nazmi Bayrı, Roni War, Cemil Kavukçu, Füruzan, İnci Aral, Alper Akçam, Nermin Şenol Kalyoncu, Özgen Seçkin, Tacim Çiçek, Hayri K. Yetik, Turhan Günay, Başar Başarır, Jale Sancak, Alaattin Topçu, Ahmet Günbaş, Halim Yazıcı, Aslan Bayır, Aydın Öztürk, Muzaffer Özdemir, Aydın Yavaş, Aydın Şimşek, Hasan Güleryüz…

Bursa; engin kültürü ve zengin mekânlarıyla gönlümün sultanı, ikisi Bursa’da doğan üç çocuğumun büyüdüğü, bana onlarca kitap, yüzlerce yazı yazdıran, şiirce konuşarak ruhumu okşayan; doğa güzelliği, tarihi değerleri, mistik-mitoloıjik birikimiyle yazınsal kimliğimi besleyen ikinci doğum yerim; bu yolculuğumun son mekânıysa, tam yirmi yıldır yaşadığım Bursa’nın Erikli Mahallesindeki (303.sokak, no 16) evimdir. 

Bursa Bilim ve Sanat Merkezi, Z07 No’lu Oda, 2014.

Kaynak: Bursa Büyükşehir Belediyesi Kitaplığı / Mekanların Diliyle Bursa/Hazırlayan: Mustafa Başpınar

Proje Yürütücüsü / Bursa Araştırmaları Merkezi www.bursaarastirmalarimerkezi.org




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder